SİYASAL İSLAMCILARIN ÇARESİZLİĞİ


Nurullah AYDIN

28 Nisan 2014-ANKARA

SİYASAL İSLAMCILARIN ÇARESİZLİĞİ

Zehir kusuyorlar.

Dedeleri de öyleydi.

Türk kanı içmek için hertürlü aşağılık katliam yapmışlardı.

Ve şimdi İslamcı kimlikteler.

Müslümanlara katliam yapanları aklıyorlar, rahmet diliyorlar, üzüldüklerini söylüyorlar.

Milleti bölüyorlar, ileri demokrasi diyorlar.

Ülkenin bir bölümü paralel devlete dönüşüyor hala paralel devlet diyorlar.

Rüşvet, soygun, fuhuş, kasetleri var. Kasetlere montaj diyorlar.

Dinlemelerin CIA, NSA, MI6, Mossad tarafından yapıldığını söyleyemiyorlar.

Dinliyorlar, dinlenildiklerini iddia ediyorlar.

Ayakkabı kutularında evlerinde dolarlar, Eurolar var, tezgah diyorlar.

Hertürlü ahlaksızlığı yapıyorlar, mahremimize girdiler, diyorlar.

Kardeş katline fetva veriyorlar ve uyguluyorlar.

Böldükleri, çatıştırdıkları Ortadoğu müslümanlarına ağıt yakıyorlar.

Yine de; İslam’dan, din’den, iman’dan, haram’dan, helal’dan bahsediyorlar.

Allah, kitap peygamber üzerine çok rahat yemin edebiliyorlar. Fetvaları var. Çalabiliyorlar. Rüşvet alabiliyorlar, torpil yapabiliyorlar.

Ve gariban Müslümanlar da bu yalancıları destekliyor. Ne kadar acı.

Yetimin haklarını yiyorlar. Hırsızlığı çalmayı, İslam dininin meşru ilkeleri haline getiren bu din sistimarcılarına karşı; samimi Müslümanlar seslerini çıkaramıyorlar.

Bağış adı altında; servetlere, arazilere, binalara kavuşuyorlar. Bağış aldı altında hırsızlık yapıyorlar. Ama onlara göre yaptıkları, hırsızlık çalmak değil, bağış yapılıyor hayır işleniyor diyorlar. Bu para ile kendilerince büyük bereketli bir sevap işlediklerini zannediyorlar.

Bu kafa ile bütün haramları helal yapabiliyorlar.

Bu istismarcılara biri de çıkıp, haram para ile hayır yapılmaz demiyor.

Fetva ile konuşup, fetva ile soyuyorlar. Oysa nas ile sabit bir konuda içtihad olmaz. Bunu atlıyorlar. Şeytan onları fetva ile kandırıyor.

Bir de kısas yapıyorlar, akıllarınca, pişkinlikle, onlar bizim mallarımızı çaldı yıllarca, bize zarar verdiler, biz de onun karşılığını alıyoruz şimdi, diyorlar.

Yalanı, talanı, sahtekarlığı, iftirayı meşrulaştırıyorlar.

Rüşvetin de kılıfı bulunmuş, torpilin de. Fetvasını alıyorlar. O zaman geriye ne kalıyor? Çalabilirsiniz de. İftira da edebilirsiniz. Tehdit ve şantaj da mümkün, Bu bir savaş dersiniz, öldürürsünüz de. Ve kumpas kuruyorlar, çalıyorlar, öldürüyorlar.

İşi ehline verin dendiği halde, kadrolaşma bahanesi ile birikimsizlere makam dağıtıyorlar.

Bütün bunları; din adına da, siyaset adına da, ideoloji adına da yapabiliyorlar.

Kendilerini bir anda temize çıkaramayı başarabiliyorlar.

Hani kul hakkı yenmeyecekti. Hani nas ile sabit bir konuda içtihad olmaz’dı.

Kimi dini kullanıyor, kimi tarihi, gelenekten bir rivayet buluyor, onun arkasına saklanıyor. Öyle olunca da, bütün haramları helal kılmak mümkün oluyor.

İslamı kimlik adı altında yeni bir din icad ettiler. İlah ve Rab edindikleri, layüs’el, eleştirilemez ve yanılmaz, hikmetinden sual edilemez bir takım siyasi ve dini önderleri var.

Daha önceki dini temsil eden yöneticiler alimler; para karşılığı allahın ayetlerini değiştirip nefislerine geleni yazıp dağıtıp dinlerini param parça yaptılar da Allah onları lanetledi. Şimdi aynısı yaşanıyor. Müslümanları bölen, haksız yere masum insanları katlettiren, din’i kullanan, yalanı meşru gören, aldatan sözde İslamcı liderler, çıkar amaçlı fetva veren veya susan İslam alimleri, Allah’ın gazabına uğrayacaklardır.

Din, dil, ırk, cins, renk ayrımı yapanlar, insanlara yaratılan eşit insan gözüyle bakmayanlar, gaflet, dalalet içinde, şeytanın emrinde insan görünümlü yaratıklardır.

Günün Sözü: İnsanlar inandık demekle başıboş bırakılacağını, hesaba çekilmeyeceğini mi sanıyor? Onlar ki aldanmaktadırlar.

ERMENİ DÖNMELERİNİN ZAFERİ


Nurullah AYDIN

25 Nisan 2014-ANKARA

ERMENİ DÖNMELERİNİN ZAFERİ

Ermeni dönmeleri geçmişte, sinsice saldırıyorlardı. Şimdi ise gün üstüne çıktı.

Dün laik çağdaş görüntü altında Ermenicilik oynayanlar, soykırım iddialarının papağanlığını yapanlar vardı.

Ermeni terör örgütü Asala terör örgütü yerine PKK’yı kurdular. Kürt kimliği şemsiyesi altında kanlı saldırlar yaptılar.

O da başarılı olamadı. Açılım saçılım süreci adı altında ihanet yapılanması sürerken, bu kez üçüncü sacayağı olan İslamcı görüntülü kanı bozuklar İslamcı kimlikleriyle sahnede yerlerini, aldılar.

Laik çağdaş örgütlerde veya İslamcı tarikat ve cemaatlerde yuvalanmış İslamcı dönme Ermeniler ve terör örgütünde yer alan Marksist Ermeniler nerede?

Onlar siyasetçi kimliğindeler.

Onlar gazeteci kimliğindeler.

Onlar akademisyen kimliğindeler.

Onlar sivil toplum örgütü temsilcisi kılığındalar.

Rum isyanından sonra boşalan Osmanlı hariciyesine yerleştirilen Ermenilere, Osmanlı Devleti’ne hizmetlerinden dolayı millet-i sadıka adı verildi.

Osmanlı döneminde el üstünde tutuldular.

Devletin en önemli görevlerine getirildiler.

Cumhuriyet döneminde müzikten, sanata, her alanda değer gördüler.

Ama onlar kin nefret ve öfkelerini yenemediler.

Anadolu topraklarında kardeşçe barış içinde huzur ve güven içinde yaşamayı içlerine dindiremediler

Tarihi gerçekleri tersyüz etmeyi varlık nedeni sayıyorlar.

Türkleri katil ilan eden kitaplar yayınlıyorlar, makale yazıyorlar.

Nefret söylemciliğini kimlik haline getiriyorlar

Türkler içindeki uzantıları ile Hepimiz Ermeni’yiz, grubu oluşturmayı başardılar.

Hepimiz Ermeni’yiz, diye sokaklara düşüyorlar.

Kalem oynatıcılarını el üstünde tutuyorlar.

Türkleri daraltmak, bunaltmak, ezmek için ellerindeki bütün imkanı kullanıyorlar.

İlmi gerçekleri tersyüz ediyorlar.

Bütün bulguları çarpıtıyorlar.

Kışkırtıcılıkları, nefretleri, kinleri her an canlı tutuyorlar.

Kalemlerinden kin nefret öfke kokuları akıyor.

Tek dertleri Türklerdir, Müslümanlardır.

Her sokağa düşüşlerinde kinlerinin, nefretlerinin şiddetini daha artırıyorlar.

Milli andı kaldırdılar.

TC’nin devlet dairelerinden silinmesini istiyorlar.

Türk Milleti’ni ağızlarına almazlar.

Onlar ne kadar vatan haini varsa onlara övgü düzerler.

Geleneksel Türk ve Müslüman düşmanlığının gizli sinsi alçak savunucularıdır.

Onlar; içimizdeki dönmelerdir. Türk ve Müslüman isimleri taşırlar ama gönülleri kalpleri hınç doludur.

Onlar; Müslüman görünümlü Gürcü, Rum, Yahudi ve Ermeni dönmeleridir.

Ajite etmek, nefret kusmak kimlik kişilik yaşam amaçları olmuştur.

Vatan evlatlarını kirli niyetlerle suçlamak, zan altında bırakmak, karalamak amaçları olmuştur.

Rum, Gürcü, Yahudi, Ermeni kimliklerini taşıyan ve bu ülkenin asıl vatandaşları olanlardan hainler çıkmaz. Onlar gerçek kimlikleriyle varlıklarını sürdürmektedirler.

İhanet içinde olanlar; kimlik değişimi içinde zehir kusanlardır.

Türk Milleti kışkırtıcı tipleri iyi tanımalıdır.

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA MESAJI


Nurullah AYDIN

23 Nisan 2014-ANKARA

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA MESAJI

Türkiye cumhuriyeti isminin değiştirilmek istendiği, Türk Milleti’nin etnik kimliklere bölünmek istendiği, çocuklara kimlik kazandıran, heyecan coşku veren milli andın kaldırıldığı bir ihanet sürecinde Milli Egemenlik ve Çocuk bayramını kutluyoruz.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile Türk Milleti; hür ve bağımsız yaşama iradesini ortaya koymuştur.

Bu açılış; her türlü iç ve dış ihanet şebekelerine rağmen başarıya ulaşma azim ve kararlılığın merkezi olarak ülkenin önüne yeni ufuklar açan bir dönüm noktasıdır.

Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları, istiklal mücadelesinin ancak Türk Milleti’nin; egemenliğine, birlik ve beraberliğine sahip çıkması ile başarılabileceğine inanmıştır

TBMM; Bağımsızlık savaşının karargâhı olmuş,

kararlarıyla, onurlu duruşuyla mücadeleye hayat, insanımıza umut ve güç vermiş,

kurtuluş mücadelesini başarıya ulaştırmış,

Cumhuriyet’i ilan ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun kaynağı olmuş,

Türkiye’nin modern dünyayla bütünleşme sürecinde kapsamlı reformları hayata geçirmiş,

güçlü yarınların temellerini atmıştır.

Demokrasi; bir uzlaşma, anlaşma ve barış rejimidir.

Hukuk devleti; hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim demektir.

Sosyal devlet; toplumun tümünü ayrımsız kucaklama anlayışıdır.

Türkiye; Laik, sosyal bir hukuk devletidir.

Türkiye; kimliksizlerin eliyle, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu demokrasi anlayışından sinsice uzaklaşmaktadır.

Çarpık, çağdışı, etnik aidiyet temelli demokrasiye çoğulculuğa inanmayan Arapçı dinci zihniyet; toplumun ortak dokusu parçalanmaktadır.

Çözümü ertelenen sorunlar; ülkenin geleceğini ipotek altına almaktadır.

Papağan gibi utanmadan pişkinlikle hala yeni anayasa diye sayıklayanlar; Demokrasinin olanaklarından yararlanıp, demokrasiyi tersyüz etmeye devam etmektedirler.

Millet egemenlik, milli irade; milletin birlik ve beraberliğini parçalamak demek değildir.

Milli egemenlik; özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, hukukun üstünlüğünün ve kurumların meşruiyetinin dayanağıdır.

Ülkede; yandaşı kollayan koruyan aklayan bir garabet yargı anlayışı, hak ve adalet duygularını sarsmaktadır.

Türk Milleti diyemeyenlerin; kökenlerin açıklamaktan korktukları, kutsal din duygularını istismar ettirmede başarılı oldukları bir süreç yaşanmaktadır.

Kendine inanmak, çalışmak, kendini en iyi şekilde yetiştirmek; amacı ve hedefi olanlar için gereklidir.

Türk Milleti’nin geleceğinin teminatı çocukların; atalarının izinden giderek, ülkenin huzuru, refahı ve gelişmesi için, günü geldiğinde azim ve kararlılıkla sorumluluklarını yerine getireceğine olan inancım tamdır.

Çocukların başarılı, sağlıklı, huzurlu ve mutlu olması; milletçe ortak amacımızdır.

Çocukların başarısı; Türkiye’yi güzel günlere taşıyacaktır.

Dünya barışı ve huzuru için; dünya çocuklarına kardeşlik, sevgi, barış duygularını verilmesi gereklidir.

Türk Milleti yetişmiş ve yetişmekte olan evlatları; büyük bir azim, kararlık ve inançla bugünün ve yarınların teminatıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 92. Yıldönümünde;

Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, İstiklal Savaşımızın tüm kahramanlarını, Birinci Meclis üyelerini saygı, minnet ve şükranla anar,

Dünyanın bütün çocuklarına ve çocuklarımıza barış ve mutluluk getirmesini temennisiyle, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlar, sevgi çiçeklerinin yeşermesini dilerim.

YALANCILARIN-MÜNAFIKLARIN ZAFERİ


Nurullah AYDIN

21 Nisan 2014-ANKARA

YALANCILARIN-MÜNAFIKLARIN ZAFERİ

Bazı insanlar yalan söylemekte, kandırmakta, aldatmada çok beceriklidir. İftira atmakta üzerlerine yoktur. Ne yazık ki başarılı olanlar da, amaçlarına ulaşanlar da bunlar olmaktadır.

Hemen her toplumda; yönetici-yönetilen ilişkileri benzerdir. İnsanlar rollerini oynar. Toplum oyuncuların yeteneğine göre alkışlar ya da protesto eder. Toplumda cinayet, intihar, fuhuş, hırsızlığın artması, yalan talan, ikiyüzlülüğün meziyet haline gelmesi, halkın bir kesimini ilgilendirmez.. Yandaşlık; gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri mühürlü yapar.

Her şeyin çok iyi olduğunu söyleyenlerin veya tersini ileri sürenlerin aynı sakızı çiğneyenlerin Deve mi, Kuş mu olduklarını düşünürüm!

Devekuşuna sormuşlar; Deve misin, Kuş musun? O da, Ben deveyim demiş… O halde Koş demişler. Ben kuşum, koşamam demiş. Madem kuşsun, o halde uç demişler. Ben deveyim, uçamam, demiş.

Yani, ne develiğin gereğini yerine getirebilmiş, ne de kuşluğun.

Aynı soruyu, din edebiyatı yapanlara da sormak gerek. Siz; Müslüman mısınız, münafık mısınız?

Ne diyeceklerini, nasıl cevap vereceklerini gerçekten merak ediyorum. Çünkü bunların Müslümanlıkları da sahte, sözleri ve yaptıkları da.

Aynen devekuşu gibiler. Ne develer, ne de kuşlar.

Ama, şu da var: İşlerine geldiğinde hem develiği, hem de kuşluğu çok iyi kullanıyorlar!..

Münafık, kafirden daha alçaktır.

Toplumların en büyük sorunu; öyle olanlar değil, öyle görünenlerdir. İnsanlar, yanlış da olsa, samimi olarak bir yolda yürüyor ise, ondan bir zarar gelmez.

Ama öyle değil de, öyle görünüyor ise; böylelerinden uzak durmak ve onlardan korkmak gerekir! Öyle görünenler olarak münafıkları gösterebiliriz…

Kur’an’da 3 sınıf insandan söz edilir. Mü’minler, Kâfirler ve bir de münafıklar.

Buyrulur ki; Münafıklar, kâfirlerden daha tehlikelidir. Ve hatta, daha alçaktırlar.

Niçin? Çünkü, kâfir olanı herkes bilir ve ona göre tavır alır. Ama münafıklar; kâh Müslüman görünürler, kâh kâfirlerle iş tutarlar. Yani, fırıldaktırlar. Dolayısıyla, onlara güven olmaz.

Aynı tehlike, görüntüler ile müslümancılık oynayan münafıklar için de geçerlidir.

Müslüman geçinenlerden kork.

Zira, her zaman yazdığım gibi; Bu ülkede, Samimi Müslümanlar evet vardır.

Ama, Müslüman geçinenler ile Müslümanlıktan geçinenlerin sayısı da yabana atılmayacak kadar çoktur. Aynı düşünce; milliyetçi, demokrat liberaller için de geçerlidir…

Gerçekten de; Türkiye’nin bağımsızlığını ve bağlantısızlığını savunup, bu ülkenin peyk olup sömürülmesine karşı çıkan ve bunun da gereğini yapan samimi Müslümanlar, demokratlar, milliyetçiler vardır.

Ama, bunun yanı sıra; Müslüman geçinenler de vardır… Din, iman der malı götürür, şeytanın dostları olarak sömürüde istismar çarkının sürmesinden yararlanırlar, onların sözcüsü olur, soygunlara sessiz kalırlar.

Bu ne perhiz, bu ne turşu. Müslüman geçinenler böyledir işte.

Bir de Müslümanlıktan geçinenenler var ki, onları hiç sormayın. Gazetelerdeki manşetlerde, yazılarda ve TV’lerdeki konuşmalarda görülüyor.

Bunlar, Müslüman mıdırlar, Müslüman geçinenlerden midir, yoksa Müslümanlıktan geçinenlerden mi?

Bir başka şekliyle sorarsak; Devekuşu mudurlar, yoksa deve veya kuş mu?

Ama, şurası bir gerçek: insanlar aladatılıyor, yanıltılıyor. Ama yanıltılan da, aldatılanlar da ne ilginç ki halinden memnun. Ya memnun olmayanlar?

GünÜN SözÜ: Yaşarken de, öldükten sonra da iyi anılmak istiyorsan dürüst ol.

HSYK, VİCDAN VE ADALET


Nurullah AYDIN

17 Nisan 2014-ANKARA

HSYK, VİCDAN VE ADALET

Bizden-karşı-paralel kavramları; siyasetin, medyanın, bürokrasinin, yargının dilinde ve gündeminde.

Objektiflik ve liyakatlık ilkeleri; anlamsız hale mi geldi?

Vicdan, hak ve hukuk; önemsiz hale mi geldi?

Adalette, Hukukta; kin, öfke, yandaşlık olur mu?

Yargı, yasama, yürütme yetkileri, görevleri altüst edilmiş durumda mı?

Anayasa Mahkemesi; hukukçu olmayan başkanıyla kararları ile tartışılıyor.

Yüksek Seçim Kurulu; çelişkili, farklı kararları ile tartışılıyor.

Yargıtay, Danıştay; farklı çelişkili kararları ile tartışılıyor.

HSYK; ahlaka, hukuka, adalete, vicdanlara aykırı çelişkili farklı kararları ile tartışılıyor.

Mahkemeler; yandaşa veya karşıta göre karar verir hale geldiği kanaati yayılıyor.

Hakim-savcı; bizden-karşı, hain-vatansever diye tanımlanıyor.

Böyle bir bakış, yaklaşım; dünya ülkelerinde var mı?

İnsanlık tarihi boyunca; Ceza Hukuku ve Ceza Yargılaması ile güç ve yetki sahiplerinin muhaliflere yönelik kin, öfke nefret ve hınçla intikam almaya yönelik önlem tartışmalar yaşanmıştır. Siyasi iktidarın sahip olduğu güç ve yetki ile hukuku, hakları, adaleti tersyüz etme endişesi; Hukuk Devleti gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

İktidarın; keyfiliğine, diktatörlüğüne ve totaliterliğine karşı, kitleleri bastırma, sindirme, susturma, hak arama taleplerini önleme çabasına karşı siyasi iktidarın; hukuk kuralları ve hukuk organları ile denetlenmesi gerçeğine varılmıştır. Anayasaların ve yasaların devlet ve toplum düzeninde hakim olması gerçeğine böyle varılmıştır.

Hukuk devleti, demokrasi, yetkili kişilerin denetlenebilirliği ve hesap verebilme durumu tartışılıyor. Dokunulmazlıkların olduğu, siyasilerin ve bazı kamu yetkililerin hesap veremezliği anlayışı, Türkiye’yi hukuk devleti olmaktan uzak bırakmaktadır.

Toplumda; Ceza Yargılamasının güç ve iktidar savaşın aracı olarak kullanıldığı, sindirme aracı olarak kullanıldığı, İntikam hukuku olarak kullanıldığı algısı vardır.

Bağımsız olmayan yargı; demokrasi sistemini işletemez.

Yargı; oyalama, güçlerin eşitsizliği, üstünlerin hukuku, tezgah altı soruşturma, yargılama ve hüküm verme mekanizmaları olmamalıdır.

Türkiye’de hukuk devleti ve adalet olsaydı; Her olayda, her suçta, her kişide, hukuk, yasa, hakim, savcı tartışma konusu edilir miydi?

Hukuk devleti ve adalet olsaydı;

HSYK; meslekten ihraç edilenlerle ilgili kararlarında adaletsizlik yapar mıydı?

HSYK; hukuk devletine, demokrasiye, hakka hukuka, adalete inanmış kişilerden oluşsaydı;

– keyfi iddianame düzenlemekten meslekten ihraç edileni,

– rüşvetten mahkum olduğundan meslekten ihraç edileni,

– ahlaksızlıktan meslekten ihraç edileni,

– homoseksüellikten meslekten ihraç edileni mesleğe tekrar kabul ederken,

– görevinden dolayı değil de sırf basında mesleki başarıları yer aldı diye ihraç kararı verilen başarılı hakimin cezasını kaldırıp, mesleğe kabul etmez miydi?

Kanunların değiştirilmesi; yargılamanın siyasi otorite iradesine göre yürütülmesi, adil olması anlamına gelmez. Öncelik hukuk kurallarının ve yargılamanın adil olmasıdır.

Siyasi iktidarı emrinde Bürokhakimi-büroksavcı ortaya çıkar.

Yargının; hem bağımsızlığı, hem tarafsızlığı olmalı hem de teminatı olmalıdır.

Ceza Hukuku’nun Genel önlem ve Özel önlem olmak üzer iki amacı vardır.

Cezalandırma ile devlet;

Suç işlemeyi önler, İbret almayı sağlar, toplumsal savunma ödettirilir

Yani suç ve ceza da hesaplaşma ve ödetme vardır. Suçun karşılığı ceza verilir

Mahkemeler; fiili yargılar, faili değil

Yargı; adaleti sağlamazsa kişi öç alır, toplum ve kamu düzeni bozulur, kaos olur.

Ceza Yargılaması, siyasi olmamalı, tarafsız, hukuki yapılmalıdır.

Ceza Hukuku, İntikam Hukuku olmamalıdır.

Günün Sözü: Adalet diye adaletsizliğin yandaşa ve karşıt kesime göre dağıtılması yıkımdır.

HUKUK DÜZENİ, YARGI VE YÜRÜTME


Nurullah AYDIN

14 Nisan 2014-ANKARA

HUKUK DÜZENİ, YARGI VE YÜRÜTME

Hukuk Düzeninde Adalet Kaosu yaşatılıyor.

Herkes, insan hakları, demokrasi, hukuk, adalet, ekonomi dersi vermekle meşguller. Birileri birilerine laf yetiştirme çabasında. Gazetecisi, akademisyeni, siyasetçisi konuşuyor. Akut çene enfeksiyonu (Ağız ishali) ülkeyi sarmış gibi.

İktidarı ile muhalefeti ile siyaset kurumu, saltanat sürmeye devam ediyor.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Yüksek Seçim Kurulu ve Uyuşmazlık Mahkemesi; görev yetki ve sorumluluk alanlarıyla hukuk devletinin yargı ayağını oluştururlar.

Yüksek Mahkemeler verdikleri kararlarla sürekli eleştiri konusu ediliyor. Peki ama neden?

Bir kesim diyor ki; Milli irade vardır, sandık karar verir. Seçilmiş mutlak otoritedir. Yargı da Seçilmiş otorite emrinde olmalıdır. Onun üzerinde yargı olamaz.

Bir kesimde tam tersini söylüyor. Hukuk devletinde siyasi iktidarın denetimi olmazsa çoğunluk diktatörlüğü olur. Yargı bağımsız olmalıdır.

Tartışma bu noktada yapılmaktadır.

Yargı; dün de eleştiriliyordu, bugün de eleştiriliyor. Değişen nedir ki? Adalet, hakkaniyet, dürüstlük, namusluluk, vicdanlar bir tarafa bırakılmış herkes kendi yandaşını korumak ve kollamakla meşgul!

Her konuda konuşan uzman var.

Ülkede yaşanan toplumda algılanan durum şu;

Bir kesimin iddiasına göre; yürütme açıkça yargıya müdahale ediyor. Hukuk devleti bir tarafa bırakılmış, gücün hukukuna dayalı kararlar, esef verici boyuttadır. Kurumlar olmaktan çıkmış, öç alma ve yandaşları koruma kollama kuruluna dönüştürülmüştür.

Şimdi bu yargı; hakka ve adalete göre karar veren dürüst namuslu hukukçulardan mı oluşuyor dersiniz? Lehe karar veren hakim savcı övüldükçe övülüyor, aleyhe karar veren hakim savcı ise suçlanıyor. Bu nasıl mantık böyle?

Yıpratma, sindirme, susturma, etkisizleştirme ve biat ettirme stratejisi tüm boyutlarıyla sürüyor.

Kurumlar arası çatışma, kurum içi çatışma kamuoyu önünde sürüyor.

Yetkililerin, meclisin meşruiyeti sorgulanıyor.

Kamuoyunda yanlış algı yaratılmaya çalışılıyor.

Şimdi bazılarına göre bunlar önemli değil. Ya ne önemli? Onlara göre; hukuk çalışıyormuş, nasıl çalışıyorsa!

Örgüt yöneticisinden birine Türkiye Cumhuriyeti devleti emekli milletvekili maaşı ödüyor.

Cezaevinde iken, terör örgütü üyesi olarak yargılanırken, milletvekili olarak seçilen kişi mecliste, maaş alıyor.

Demokratik ülkelerde görülmeyen dokunulmazlık garabeti güvencesi altında milletin maaşıyla suç işlemeye devam ediyorlar. Ama siyaset kurumu çalışmıyor, çalıştırılmıyor.

Bu durumda; siyaset kurumu görevini yapıyor mu?

Yönetim; herkes için adil bir şekilde işlemeli, işletilmelidir.

Yargı’da; kendi görevine göre işlemeli. Fazla konuşmamalı. Yargı‘yı gereksiz tartışmaların dışında tutmak gerekir. O da tamam. Ama ya siyaset kurumu?

Kamuoyunu yanıltıcı ve bilgi kirliliği olabildiğince siyasetçiler ve medya tarafından yapılıyor.

Unutulmamalıdır ki; ülkede suç işleme özgürlüğüne sahip dokunulmaz yüzlerce dosyalı bir meclis var. Bu meclis meşru mu? Şüpheli bürokratı, işadamı, gazetecisi var.

Halk; adalet beklerken, kimin suçlu olduğunu bilmiyor veya unutuyor veya önemsemiyor. Sonrada adalet bekliyor. Ne diyelim: kendin ettin, kendin buldun.

GüNüN SözÜ: Korku olmazsa, cesaret olmaz.

PARALEL İNSANLAR


Nurullah AYDIN

11 Nisan 2014-ANKARA

PARALEL İNSANLAR

Paralel devlet, paralel yapı, paralel örgüt gündemde. Oysa paralel insanların olduğu heryerde paralel yapılanmalarda olur. Ötekileştirme algısı, paralel insanları da şekillendirir.

Ortada olan gerçek açık ve net; ya benden yanasın ya karşısın. Ya siyahız ya beyaz!

Bir salıncaktayız sanki. Hiç durmayan ya ötede, ya beride zincirlerinin bağlandığı direk eli aynı hizaya ulaşan, ortalarda yavaşlayamayan bir salıncakta.

Ya kahramanımız var, ya hainimiz.

Ya aşık oluyor, ya nefret ediyoruz. Ya mal mülk, debdebe, tantana, lüks içindeyiz.

Aşk ve nefret, siyah ile beyaz, gece ile gündüz, yaz ile kış arasında salınıp duruyoruz.

Nefretimizin hemen çizgisinde aşkımız duruyor.

Ya aşkımızı abartarak boca ediyoruz olur olmaz orta yere, ya kin kusuyoruz.

Ya düşman var bizim için ya da gözümüzü kapatıp kollarına atılacağımız dost.

Ya karanlıktayız sonsuza kadar, ya da gözlerimiz kamaşıyor aydınlıktan.

Ya donuyoruz ya yanıyoruz. Ara renkler, ara duygular, ara tonlar yok dünyamızda.

Ya kısayız ya uzun.

Kimimiz susmasını bilmiyor, kimimiz ağzını açmaz.

Kimimiz havadan nem kapacak kadar hassaslaştırmış almaçlarını, kimisinin ise kulak zarında katır yükü kadar nasır var.

Renklerden siyah ile beyazımız var. Ara renkleri kovmuşuz memleketten.

Muhteşem kahramanlar yaratıyoruz. Sonra foyası ortaya çıkınca onu nefret odağı yapıyoruz.

Mevsimlerden baharı hiç tanımıyoruz. Ya yazın kavurucu sıcaklığında çöl iklimindeyiz, ya da her şeyimize karlar yağdırıp kışın dondurucu soğuğunda tüketiyoruz kendimizi.

Görüntümüz konusunda da böyleyiz. Ya dev aynasında burnumuzdan kıl aldırmayacak kadar tepelerde pervaz ediyoruz, ya da kompleks, eksiklik, geri kalmışlık şarkısı söylüyor ya da öncekileri suçlamalarla geveliyoruz…

Denge denen kavramdan o kadar uzaktayız ki. Salıncak bizi hep tepelere çıkarıyor, yere yakın, ortaya yakın, mantığa yakın olmaya alışık değiliz. Hatta rahatsız oluyoruz. Reddediyoruz refleks olarak.

Hergün renk değiştirip, Acaba bu şu mudur diye telkinde bulunuyoruz topluma.

Kahramanlık tanımımızla, hainlik kavramı bitişik nizam yükseliyor dimağlarımızda. Hatta bir gecede bile birinden diğerine geçebiliyoruz. Bu şekil bir toplumuz nedense.

Türkiye’nin; dengesi bir tuhaf, dünü anlaşılmaz, bugünü karmaşık, geleceği karanlık mı?

Elbette değil.

Birleştirme yerine ayrışmayı, sevgi yerine nefreti, hoşgörü yerine öfkeyi yansıtanlar; haktan, hukuktan adaletten barışta kardeşlikten birlik ve beraberlikten bahsedemez.

Onlar ki; biz ve onlar diyerek insanları duyguda, düşüncede, inançta, yaşamda ayrıştıranlardır.

Onlar ki; toplumun birliğine, bütünlüğüne kardeşliğine dinamit koyanlardır.

Bölenler böldürenler, hak yiyen hak yedirenler, haksızlık yapan haksızlığa neden olanlar cezasız kalırsa, toplumdaki dengesizlik artar, huzur ve güven kaybolur.

Amaç; karanlık odakları, karanlık kişileri, anladıkları dilden karanlığa gömmek. Peki ama ya karanlık odaklar, karanlık kişiler kendileri ise, içiçe ise kim kimi karanlığa gömebilir ki.

Günün Sözü: İnsanlar arasında ayrıcalıklılar varsa, adalet, huzur ve güven yoktur.

POLİS GÜNÜ KUTLAMA MESAJI


Nurullah AYDIN

10 Nisan 2014-ANKARA

POLİS GÜNÜ KUTLAMA MESAJI

10 Nisan Polis Teşkilatı kuruluşunun 169’uncu yıl dönümü kutlu olsun.

1845 yılında kurulan, 169 yıldır çeşitli isimler altında kurumsal görevini yürüten polis teşkilatı’nın temel hizmet amacı, halkın huzur ve güvenini sağlamaktır.

Polis Teşkilatı; tüm mensupları ile halka hizmet eden bir kamu kuruluşudur.

Diğer kamu kuruluşundan farkı ise, bu hizmetlerini mesai mefhumu gözetmeksizin, yeri geldiğinde canı pahasına, her türlü coğrafi şartlarda eksiksiz ve adil olarak yerine getirmesidir

Ülkede huzur ve güven düzeninin sürekli kılınması için gece gündüz demeden çalışan Polis Teşkilatı; adalet, eşitlik, sabır, hoşgörü ve nezaket çerçevesinde çalışmalarını sürdürmelidir.

Polislik mesleği diğer mesleklerden daha farklı ve fedakarlık gerektiren bir meslektir. Ülkenin her noktasında güvenliği ve huzuru temin etmek ayrı bir sorumluluk gerektirmektedir.

Demokrasinin işlerliği, özgürlüklerin korunması ve adaletin tesisi de ancak istikrar ve huzur ortamının sürdürülmesiyle sağlanabilir.

Polis; vatandaş karşısında tarafsız olmalıdır. Polis yasadışı faaliyetlere karşı, yasaların kendisine verdiği görev alanı içinde taraf olmalıdır.

Polisin tarafı; anayasa, kanunlar, evrensel hukuk ilkeleri, insan hakları sözleşmeleri ilkeleri ve vicdanıdır.

Gücünü halktan ve kanunlardan alan Türk Polisi; görevini her zaman fedakarca yapmış, yapmaya da devam etmektedir.

Emniyet Teşkilatı’nda görev yapan teşkilat mensuplarının Polis Gününü bu duygu ve düşüncelerle kutlar,

şehit olan polislerimizi rahmetle, gazilerimizi saygıyla anar,

görevleri başındaki tüm polislerimize ve değerli ailelerine sağlık, başarı ve mutluluklar dilerim.

Sayın CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA GEÇMİŞ OLSUN MESAJI


Nurullah AYDIN

8 Nisan 2014 ANKARA

GEÇMİŞ OLSUN MESAJI

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı şiddetle kınıyorum.

Gergin geçen yerel seçimlerin akabinde yapılan saldırı, ülkemizin huzura, sakinliğe ihtiyaç duyulan bir süreçte olması endişe vericidir.

İçte ve dış odaklarca, ülkemizde ve bölgemizde çatışmacı bir ortam yaratılmak için hertürlü tahrik edici girişimlerin yapıldığı, bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin yoğunluk kazandığı, istihbarat ve güvenlik zafiyetinin arttığı, yabancı ajanların, yabancı teröristlerin rahat hareket edebildiği bir ortamda, TBMM çatısı altında yapılan bu çirkin saldırı, kaygı vericidir.

Saldırganı teşvik ve tahrik edenler, saldırıya yardım ve yataklık yapanlar ve azmettirenlerin açığa çıkarılacağını umuyorum.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na ve CHP’lilere, TBMM üyelerine ve Türk Milleti’ne geçmiş olsun.

YALNIZLIK, ARAYIŞ VE SEVGİ


Nurullah AYDIN

7 Nisan 2014-ANKARA

YALNIZLIK, ARAYIŞ VE SEVGİ

Yalnızlık dünyayı doldurmuş mu?

Teknolojik gelişmeler, artan nüfus, büyüyen yerleşim yerleri, dış dünya alanında değişimler ortaya çıkartırken, insan iç dünyasında bocalıyor.

Değer yargıları değişiyor.

Ben ve öteki algısı anlam değiştiriyor.

Nefret, kin, öfke, ötekileştirme, ezme, sömürme, kınama, suçlama, katletme, övünme, böbürlenme, gururlanma, kamplaşma, vicdansızlaşma, kibir, haksızlık, hırsızlık, yalancılık, adaletsizlik, karamsarlık, düşmanlık neden olur?

Kim, neden, niçin bunları teşvik eder, tahrik eder, canlı tutar?

Gelin bir an düşünelim.

Neyiz, kimiz?

Öncemiz neydi, neredeydi?

Sonramız ne olacak, nerede olacak?

Bilelim ki;
Önce kendimiz ve kendimizle bir arada olduklarımız var.

İnsan, doğa, hayvan, bitki.

Hepimiz bir bütünüz.

Kendini,

Diğer yarını,

Kendi ötekini,

Diğerlerini,

Diğer yarını,

Önce anla,

Sonra sev, saygı duy.

Sevmek, bir insanı sevmekle başlar.

Sevmek, bir hayvanı sevmekle başlar.

Sevmek, bir bitkiyi sevmekle başlar.

Sevmek, doğayı sevmekle başlar.

Sevmek, dünyayı sevmek başlar.

Sevmek, evreni sevmekle başlar.

Bu algıyla kurulacak iletişim dili,

Daha güzel mutlu bir dünya inşasının yoludur.

İçinden kalbinin o sızlayan yerlerinden özlenen dünya isteğidir bu.

Bunları bilmek ve uygulamak. Ama kimle, nerede, ne şekilde, ne zaman?

Herşey gerçekte insanın elinde.

Sevelim sevilelim.

Günün Sözü: dogmalara inanan, saplantıları olan insanı eğitmek çok zordur.

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!