Etiket arşivi: türkiye

Zahide Uçar: Irak’ın Üzerine Bush, Türkiye’nin Üzerine AKP Düştü


Bush’un temsil ettiği küresel şirketler Irak’a demokrasi oyunuyla bombalar yağdırdı. AKP demokrasi oyunuyla ülkeyi bölünme ve iç savaş sürecine soktu.

Küresel şirketler Irak ve Libya’yı bombalarla soydu. Bombalarla parçalıyor. Türkiye’yi Erdoğan-Gül ikilisiyle parçalanma sürecine soktu.

Yargı ve yandaş basın (AB-D)’den yönetiliyor.

Ordu CİA tarafından kıskaca alındı. ABD açık bir savaşta alamayacağı sayıda Türk Silahlı Kuvvetler mensubunu esir aldı.

Bir yasa ile Özel güvenlik şirketleri kuruldu. Bütün resmi ve resmi olmayan kurumların güvenliği bu özel güvenlik şirketlerine devredildi. Özel güvenlik şirketlerinin çoğu yabancıların eline geçti. Bu durumda yabancıların ülkemizde silahlı güç bulundurduğunu da düşünmemiz gerekir. Bu şirketlerin güvenlik elemanı adı altında ne kadar yabancı ajan çalıştırdığını bilmiyoruz.

Ülke insanı Erdoğan’ın 10 yıldır sistemli bir şekilde sürdürdüğü gerilim politikaları ile patlamaya hazır bir bombaya dönüştürüldü. Ülkemizde cirit atan ajanların bu gerilimi ateşlemeyeceğini kimse söyleyemez.

AKP bombardımanından nasibini almayan kalmadı. Tarihimiz, dinimiz, geleneklerimiz, iç ve dış politikamız, maddi değerlerimiz, kıymetli taşınmazlarımız… Dağ, taş, sularımız, börtü-böcek bile kendini bu saldırıdan kurtaramadı. Pirana gibiydiler. Ülkeyi kin, nefret ve açlıkla kemirdiler. Ne doydular, ne utandılar.

İkiz yasalar DSP+MHP+ANAP koalisyon hükümetince hazırlandı. Alt komisyona geldi ama koalisyon vekillerince ülkeyi bölünmeye götürür diye itiraz edildi. Yasa çıkmadan koalisyon yıkıldı. AKP’nin ilk işi ikiz yasaları çıkartmak oldu. Çünkü Kürdistan’ı kurmak, Anadolu’yu Müslüman Türklerden almak, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk adını silerek 7 düvelin 100 yıllık kuyruk acısının intikamı almak üzere programlanmışlardı.

Irak’a, Libya’ya bombalarla giren küresel şirketler, Türkiye’ye AKP ile girdi. Gül ve Erdoğan ikilisinin kontrolündeki AKP Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerine atılmış biyolojik bir bombadır. Bombalar nasıl her şeyi yakıp-yıkıp geçerse, AKP terörü de aynı yıkımları yaptı.

İngiltere rehberliğinde PKK ile yapılan Oslo görüşmelerinde verilen sözler AKP tarafından işgal edilen mecliste yasalaştırıldı. Geriye; sapık uyuşturucu taciri bebek katilinden bir Mandela çıkarmak kaldı.

Ülkenin üzerine atılan biyolojik silah AKP’nin 10 yıllık sürecini bir hatırlayalım:

Bebek katili ömür boyu hapse mahkum olmuş. Terör nerede ise sıfıra inmiş. Güneydoğu’da halk ticaretini, işini yapar hale gelmiş.

AKP bombası ülkenin üzerine düştüğü andan itibaren her şey ters yüz oluyor. Medya işgal ve bölünmeye uygun hale getiriliyor. Ne kadar cahil, cazgır, etki ajanı varsa köşelere yerleştiriliyor.

Erdoğan “Diyarbakır BOP’un yıldızı olabilir” dediğinde aslında Yahudi Kürt Devleti’nin Başkentini ilan ediyordu, anlamadılar. Diyarbakır’da söylediği “Kürt problemi vardır” sözü ile Kürt vatandaşlarımızı problem olarak ilan edip PKK’nın kucağına itti. Türk Milletinin onuruna tecavüz eden Habur gösterisi ile Kürt vatandaşlarımıza PKK sizin temsilcinizdir mesajı verildi.

İngilizler’in 150 yıllık planı bu sefer Amerika üzerinden AKP eli ile tıkır tıkır yürütülüyordu.

Askeri kışlasına hapsettiler. Irak Türkmenlerini Barzani’ye peşkeş çektiler.

Bizans medyasının etki ajanları sabah-akşam sürekli Kürtçülük pompalıyordu. PKK metropollere taşındı. Yaktılar, yıktılar. Haberler hep şöyle veriliyordu:

Molotof kokteyli atan, araba ve dükkanları yakan PKK yandaşları ara sokaklara dağılarak kayboldu(!)..

Kimse şu soruyu sormadı:

Yakıp yıkmadan, en fazla yumurta atan 600 öğrenciyi şıp diye yakalayıp hapse tıkanlar, bu PKK’lı teröristleri ara sokaklarda nasıl kaybediyor? Ara sokaklarda polisin yetkisi yok mu? Ara sokaklar PKK’nın kontrolüne mi terk edildi?

Aslında iş başkaydı. Halkı bıktırma, yıldırma politikası izleniyordu.

PKK’lı belediyeler 10 yıldır yasaları çiğneye çiğneye makamlarında oturuyor. AKP’nin PKK’lı belediyelerle bir sorunu yoktur. Çünkü amaç aynı, hizmet aynı, efendileri aynıdır…

Basının etki ajanları 10 yıldır üzerimize PKK kusuyor. PKK ile yatıp PKK ile kalkıyor. Bazılarının aklı Kandil’de kalıyor.

Bu Bizans medyasının etki ajanlarına bakarsanız ülke nüfusunun %80’i Kürt, Kürtlerin de hepsi PKK’lı zannedersiniz.

Milletin çoğunluğuna azınlık duygusu yaşatmak için psikolojik savaş yöntemlerinin en ahlaksızını kullananlar bin bir kimlik altında boy gösteriyor.

Türk Milletine AKP ve sözde muhalefet tarafından tek bir çözüm gösteriliyor:

AKP PKK terörünü önce azdırdı. Azması için gerekli tüm argümanları PKK ya sundu. Dizi dizi Mehmetçiklerimiz tabutlar içinde baba ocaklarına yollandı. İsteniyordu ki halk bıksın, bezsin, önüne konan ihanet çözümlerine evet desin.. Artık bu iş toprak verilmeden çözülmez, Kürdistan’ın kurulması kaçınılmazdır desin, ikna olsun

“Analar ağlamasın” diyerek annelerin en ulvi duyguları adice istismar edildi. Türk Milletine psikolojik operasyonların en alçakları yapıldı.

AKP çözümler gösterdi, muhalefet o gösterilen çözümleri tartışarak AKP’nin ortaya bıraktığı bombaya meşruiyet kazandırdı.

Gerçekte ne AKP bildiğimiz bir siyasi partiydi, ne programı bu milletin bir programıydı?

AKP Türk Milletinin üzerine Küresel şirketler tarafından bırakılmış bir BOMBAYDI.

Oysa çok farklı çözümler ortaya konabilir, AKP’nin dayatması dışında çözümler üretilebilirdi.

Mesela;

Toprak reformu önerilmeli, Güneydoğu’da ve metropollerde gençlik kampları açılmalıydı. Bu kamplarda küresel şirketlerin BOP’nin asıl merkezinde olan Türkiye üzerindeki emelleri Kürt gençlere anlatılmalıydı. 4 ülkeden koparılması planlanan topraklar üzerinde kurulacak olan devletin gerçekte Kürdistan değil, Büyük İsrail devleti olacağı anlatılmalıydı.

Kürtlere öncülük ediyoruz diyenlerin hangi yabancı istihbarat kuruluşları ile bağlantılı olduğu, Kürt gençlerinin kanı üzerinden sürdürdükleri uyuşturucu-para trafiği belgeleri ile anlatılmalıydı.

PKK’nın ilk saldırdığı köylerin Ermeni kalkışmasında direnen köylerin olduğu ve Büyük İsrail’in yanında bir de Büyük Ermenistan planının devreye sokulduğu anlatılmalıydı. Yani SEVR planının güncellenip işleme konduğu, bu plan içinde sadece Türk Milletine değil, kendini milletten farklı sayan Kürtlere de yer olmadığı anlatılabilirdi.

Şimdi önümüze tek bir proje konuyor: Özerklikten federasyona giden yol ve Güneydoğu bölgemizin planlanan kukla devlete eklenmesi…

Biz de diyoruz ki;

Bir;

Tarihte Kürdistan diye bir devlet hiç var olmadı. Ve biz Kürdistan diye bir yeri işgal etmedik. Yavuz Sultan Selim’in Ebu Suud denilen bir devşirmenin fetvası ile Türkmen kıyımı yapması ve bu kıyımdan canını kurtaran Türkmenlerin İran’a göç etmeleri neticesinde boşalan o bölgeye Kürtler yerleştirildi. O bölgede kalan Türk Boylarını Kürt aşiretleri asimile ederek Kürtleştirdi. Osmanlı’nın para karşılığında Kürt aşiret ağalarına yetki vermesi ile bölge aşiret-ağa-tarikatler üçgeninde bir bataklığa döndü.

Öncelikle bunu bilecekler.

İki;

Biz bir savaş kaybetmedik. Savaş topyekün yapılır. Yapılan saldırıya karşı savunma durumunda olmak savaşmak değildir. Toprak savaşılmadan verilmez. Türk milleti ile “ki, bu tarifin yanında milletine bağlı Kürtler de var” savaşmayı gözleri yiyor mu?

Üç;

PKK’yı destekleyenlerin mallarına ve paralarına el konulmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kabul etmeyenlerin vatandaşlıktan çıkartılması gündeme gelmelidir. Kabul etmedikleri bir devletin imkanlarından faydalanamazlar.

TÜRK MİLLETİ DAHA SON SÖZÜNÜ SÖYLEMEDİ.

UYARIDIR:

Oynarken çulunuzu yırttırmayın!!..

Tarih İngiliz kaşığı ile Damat Ferit boku karıştıranların sonunu ibretle yazacaktır.

NOT:

İşgalci artıklarına;

Ya Türkler de ölüm orucuna başlarsa haliniz ne olur…

İLK KURŞUN

Hikmet YAVAŞ : DÜĞMEYE KİM BASTI?


DMEYE KM BASTI.pdf.pdf

Öztin Akgüç: Başarı Olanaklı mı?


Ekonomide hedefler belirleniyor; yıllık, beş yıllık hatta daha uzun süreli perspektif planlar hazırlanıyor. Hedeflere ulaşmak, başarı sağlamak olanaklı mı? Başarı sağlamak için, ekonomik modelin, buna uygun politikaların ve uygulayacak kadroların iyi seçilmiş olması gerekir. Model geçerli ve gerçekçi değilse, politikalar iyi belirlenmemiş ise ve özellikle de uygulayacak kadrolar gerekli niteliklerden yoksunsa esecek rüzgârın yönü ne olursa olsun uzun süreli başarı sağlamaya olarak yoktur.

Bir model irdelenirken, ne ölçüde olayları açıklıyor, öngörüleri gerçekleşiyor mu, dayandığı varsayımlar gerçekçi mi? Bu ve benzeri kriterler çerçevesinde sorgulamak, değerlendirmek gerekir. Günümüzün başat ve egemen iktisat öğretisi ve politikaları, neoliberal olarak nitelendirilen teori ve buna dayanan politikalar. Neoliberal yaklaşımın dayandığı varsayımların gerçekçi olmadığı, geliştirdiği politikaların çözüm sağlamadığı, hatta krizlerin çekirdeğini oluşturduğu, öngörülerinin gerçekleşmediği, bu köşede de dile getirilmeye çalışılmakta, konuları bilen iktisatçı ve yazarlar tarafından yetkin biçimde ortaya konulmaktadır.

Varlıklı kapitalist ülkeler dahi, olanaklarına, ulusal paralarının tam konvertibl ve uluslararası rezerv para olarak kabul edilmesine karşın neoliberal politikalarla dünya ekonomisinde 2007 sonrası başlayan, hayli uzun süreli, bunalım demeleyim ama durgunluktan kurtulamamış, çözüm üretememişlerdir. Yakın bir gelecek için de etkin bir çözüm olasılığı ufukta görülmemektedir.

Model ve belirlenen politikalar uygun olsa dahi, uygulama önemli ve belirleyicidir. Rüzgâr, yelken ve tekneden çok sağlanacak hız, yelkenin ipini tutan elin becerisine bağlıdır. Başarıyı insan sağlar. Katılmayanlar belki çoğunlukta olabilir ama Türkiye’nin en önemli sorunu insan kaynağı kullanımındaki hatalar, yanlış seçimler, yetki alanların bir şekilde dışlanmasıdır. Bu tür değer yargılarıyla başarının ana koşulu, temeli ortadan kaldırılmaktadır. Atamalarda laf olarak yaraşırlılık, liyakat dikkate alınır. Uygulamada parti, cemaat, tarikat, kişisel ilişki, bir kliğe aidiyet, iç ve dış odakların önerileri etkili olur. Liyakat, yaraşırlılık bu abes etkenlere karşı belki en sonlarda yer alan bir ölçüt, bir kriter olarak kalır.

Sık sık yinelenir; hızlanmak, hedef doğrultusunda yol almak için, rüzgâr, tekne, yelkenden çok yelkenin ipini tutan elin becerisi, yetisi önemlidir. Siz akla aykırı, abes ölçütlere göre atamalar, seçim yapar, kıt olan insan kaynağını bir de kötü kullanır, sonra da başarı beklerseniz, bu eşyanın doğasına aykırı düşer. Başarı rastlantılara kalır. Abes kriterlere göre atanan, terfi ettirilen kişilerden oluşan kadrolardan yetkinlik hatta kişilik beklemek gözlemlendiği gibi olanaksızdır.

Türkiye’de AKP’nin 10 yıllık iktidar döneminde (2012 yılı büyüme hızı yüzde 3.2 olarak alındığında), 2001 yılı daralmasının matematik etkisine, 2007 yılı sonuna değin dünya ekonomisinde olumlu gelişmeye, toplam 360 milyar USD dolayında cari işlem açığına, artan 200 milyar USD tutarında dış borca, yine 250 milyar TL dolayında iç borca karşın, yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 5.1 oranında olmuştur. Kaldı ki bu ekonomik büyüme hızındaki gelişme de düzenli olamamış, eksi yüzde 4.8 ile artı yüzde 9.9 arasında dalgalanmıştır.

Önümüzdeki yıllarda, dünya 2008 yılı öncesi büyüme hızlarına ulaşamayacağına, bankaların tüketici kredileri eski hızları ile artamayacağına, Türkiye GSYH’nin yüzde 8 / yüzde 10’u arasında cari işlemler açığı veremeyeceğine, satılacak kamu malı azaldığına göre, rüzgâr da geçmiş hızı ile esemeyecek demektir. Yelken ipini tutan elin becerisi de denenmiş olduğuna göre, Türkiye’nin gelecek beş yılda hatta on yılda, geçmiş başarısından (performansından) daha hızlı bir büyüme hızına ulaşması, olağan koşullarda olanaklı görülmemektedir.

Gelecek beş yılda yıllık ortalama yüzde 3.5 / yüzde 4.0 arası bir büyüme beklentisi bile, bir miktar TÜİK tahmin etkisi eklense dahi, iyimser olarak yorumlanmalıdır.

Cumhuriyet

Necati Doğru: Allah’ım Türkiye bu günleri de gördü!


Kaderin tesadüfü. Bu kadar olur. İki ayrı haber aynı güne denk geldi. Haberin birinde Gümrük ve Tekel Bakanlığı Müfettişleri “sınır kapılarında hayali ihracat girişimi”tespit ettiler diye yazıyordu.

Büyüktü vurgun.

Milyon dolarlar!

Milyar liralar!

Sıralanıp açıklanıyordu.

Gerçekte bir ihracat yapılmamıştı. Yapılmış gibi (hayali) gösterilmiş, devletten milyonlarca lira KDV iadesi alınmıştı. Bakanlık müfettişleri, bunu yapanları isim isim, belge belge saptamışlardı. Hayali ihracatçılara gümrük sınır kapılarında kimlerin kolaylık sağladığı, bakanlığın üst kadrolarında da kimlerin hayali ihracatçı çeteyi koruyup kolladığını yazmışlardı.

Ancak Bakan, izin vermemişti.

Dosya sümen altı edilmiş.

Görmedik. Duymadık.

Xxx

İşte bu olayın haber olduğu gün “Bakan oğlunun lüks otelde başını sokacak evinin bitmesini beklediği” haberi de yayınlanıyordu.

Bakan oğlu, gençti.

Yeni evlenmişti.

Nikah törenine Başbakan gelmişti. Meclis Başkanı gelmişti. Oğlanın babası zaten bakandı. Ayrıca 6 bakan daha nikah törene gelmişti. Nikahı da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı kıymıştı.

Allah mesut etsin!

Gençlerin bahtı açık olsun.

Haberde yazdığına göre; nikahtan bir süre sonra Bakan Oğlu’nun annesi yani Bakan’ın eşi; facebook adlı sosyal paylaşım sitesine oğlu ile gelinin kaldığı Boğaz manzaralı Siwissoteli’nin rezidansının (lüks otel dairesi) fotoğrafını koymuştu.

Allah’ım şükürler olsun!

Türkiye bu günleri de gördü.

Belli ki Bakan’ın eşi gönümüzün zenginlik göstergesi sayılan “görün, anlayın biz kimiz, herkese duyurun” modasına uyarak oğlu ile gelininin “cicim aylarını” lüks otel rezidansında konaklayarak geçirdiğini ilan ediyordu.

Xxx

Bu otelde rezidansı dedikleri 2 artı 1 deniz manzaralı dairelerin günlük ücreti 850 Euora artı KDV tutuyor. Bu hesapla Bakan’ın oğlu ile gelini, taşınacakları ev bitinceye kadar, ayda 20 bin Euro ödeyerek otelde kalıyorlar.

Bu parayı kim verebilir?

Arap petrol şeyhleri verebilir.

Amerikan zenginleri verebilir.

Holding sahipleri verebilir.

Diktatörler verebilir.

Türkiye’nin Gümrüklerinden sorumlu bir bakan, milletvekili olamadan önce avukatlık yapan bir baba, yeni evlendirdiği oğluna “Evladım sen taşınacağın ev bitinceye kadar Swissotel rezidansında kal” diye bu kadar parayı verebilir mi? Üstelik bu bakan; yoksulların partisi olduğunu söyleyerek ve sürekli “Garip- Guraba-Fakir-Fukara” söylemi yaparak iktidara gelmiş bir partinin üyesiyse… Böyle bir partinin bakanı “oğlunu ve gelinini süper zengin hayatının gösterişçi lüks tüketimine”atabilir mi?

Xxx

Anlaşıldı ki dayanışma var.

Yeni evli gençler otelin deniz manzaralı (2 artı 1) dairesinde değil, Maçka semtine bakan (1 artı 1) küçük dairede kalıyorlar. Ayda da 20 bin Euro değil, otel idaresi dayanışma indirimi yapmış, ayda 5 bin Euro ödeniyor.

Tamam da, 5 bin de büyük para.

Bakan baba bunu ödeyemez.

Zaten bakan ödemiyormuş.

Varlıklı bir işadamı olan enişte Abdullah Çeker ödüyormuş.

Vergi listelerine baktım. En yüksek vergi veren ilk 100 kişilik listede Abdullah Çeker adına rastlamadım.

Vergi yoksa, kazanç yok.

Kazanç yoksa, bu ne bonkörlük!

Nereden gelir bu pınarın suyu!

Xxx

Bakan oğlunun otel parasını ödeyen işadamı enişte Abdullah Çeker’in varlığı nasıl oluştu?

Abdullah Çeker, ne iş yapar?

Ne üretir, ne satar?

Abdullah Çeker, bir mal üretirken bu malın üretiminde kullanılmak üzere dışardan mal ithal eder mi? Ürettiği malı, dış pazarlara da satar mı? Yani varlığına varlık katan işini yaparken Gümrük ve Tekel bakanlığı’na bağlı gümrüklere işi düşer mi? Diyelim ki, Abdullah Çeker’in gümrüklerle bir işi yok. Acaba gümrüklerle işi olanlara vidalanmış bir işi de mi yok?

Gümrük Bakanı susuyor.

Neden susuyor.

Açıklaması gerekir.

Sözcü

AKP, Türk milletini ve Atatürk’ü siliyor


Başkanlık modeliyle birlikte federasyon peşinde koşan ve son darbeyi anayasa değişikliğiyle vurmaya hazırlanan iktidar, yemin metninden "Atatürk ilke ve inkılapları, laik Cumhuriyet, Türk milleti" ifadelerinin kaldırılması için önerge verdi…

“Mukaddesat” ifadesi yer aldı

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda MHP, CHP ve BDP ile yeni anayasa taslağı hazırlayan AKP, yemin önerisine “mukaddesat” ifadesini eklerken “Demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma” ve “Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim” ifadelerine yer vermedi.

Cumhurbaşkanı yerine “başkan”

Cumhurbaşkanı kelimesi yerine “başkan” ifadesini kullanan AKP’nin yemin teklifi, “İnsan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye bağlı kalacağıma; devletin bağımsızlığını, ülkenin bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma mukaddesatım ve şerefim üzerine yemin ederim” şeklinde oluştu.

BDP’den iktidara destek

CHP ise yemin metninde hükümetin aksine Atatürk, laik cumhuriyet ve Türk Milleti kavramlarına vurgu yaptı. MHP de CHP’den farklı olarak “İnandıkları mukaddes kitap huzurunda” yemin edilmesini öngördü. Bir yemin önermeyen ve parlamenterlerin and içmesini istemeyen BDP ise Türk milleti kavramına yer vermeyen hükümete yeşil ışık yaktı.

Yürürlükteki yemin metni

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim”

Laiklik ve Atatürk yeminden çıkarılıyor!

Yeni anayasa çalışmalarında iktidar partisi, milletvekili yemininden “Atatürk ilke ve inkılapları, laik Cumhuriyet, Türk milleti önünde” ifadelerini kaldırdı.

AKP’nin başkanlık modelini önerdiği yeni anayasa çalışmasında, yemin önerileri de netleşti. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda MHP, CHP ve BDP ile yeni anayasa taslağı hazırlayan AKP, yemin önerisine “mukaddesat” ifadesini eklerken “Demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma” ve “Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim” ifadelerine yer vermedi. “Cumhurbaşkanı” kelimesi yerine “başkan” ifadesini kullanan AKP’nin yemin teklifi, “İnsan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye bağlı kalacağıma; devletin bağımsızlığını, ülkenin bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma mukaddesatım ve şerefim üzerine yemin ederim” şeklinde oluştu.

BDP’den yeşil ışık

CHP ise yemin metninde hükümetin aksine Atatürk, laik cumhuriyet ve Türk Milleti kavramlarına vurgu yaptı. MHP de CHP’den farklı olarak “İnandıkları mukaddes kitap huzurunda” yemin edilmesini öngördü. Bir yemin önermeyen ve parlamenterlerin and içmesini istemeyen BDP ise Türk milleti kavramına yer vermeyen hükümete yeşil ışık yaktı. CHP ve MHP’nin yemin teklifleri ise şöyle:

CHP’nin teklifi: “Milletvekili sıfatıyla anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve ülkenin bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine ve Atatürk devrimlerine bağlı kalacağıma milletvekili sıfatımdan kaynaklanan konum ve yetkilerimi kişisel çıkar ve yarar sağlamak amacıyla kullanmayacağıma, vatandaşların refah ve mutluluğu için çalışacağıma Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

MHP’nin teklifi: (İnandıkları mukaddes kitap huzurunda) “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti huzurunda, bütün mukeddasatım, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”

Bu arada AKP, yedek milletvekilliği de önerdi. Buna göre siyasi partilerin seçim çevrelerindeki milletveklii aday listelerinde bulunup da seçilemeyen adaylar bulundukları sıra esas alınarak yedek milletvekili sayılacak. Bağımsız adaylar da kendi pusulalarında yedek vekil yazabilecek.

Gül: Başbakan’la üslup farkımız normal;

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan ile aralarında üslup farkı olmasının son derece normal karşılanması gerektiğini söyledi. Gül, basın mensuplarının gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Financial Times’e yaptığı açıklamada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile aralarında bir üslup farkı olduğunu ifade ettiğinin hatırlatılması ve “Bu üslup farkı dış siyasetle mi iç siyasetle mi ilgili?” diye sorulması üzerine, şunları söyledi:

“Belli ki artık bundan sonra hem ben hem Sayın Başbakan ne söylersek bir çok anlamlara çekilecektir. Söylediğiniz gazeteye verdiğim mülakatta bir soru üzerine, Sayın Başbakan’ın aynı zamanda bir parti başkanı olduğu, dolayısıyla siyasi bir lider olarak söyleminin farklı olacağını, farklı olduğunu; benim cumhurbaşkanı olarak anayasanın verdiği sorumluluk çerçevesi içerisinde daha tarafsız olmam gerektiği ve bundan dolayı benim de söylemim ve üslubumun farklı olacağını söyledim. Bunların farklı anlamlara çekilmesine herhalde gerek yok diye düşünüyorum.”

İdam tartışmalarının yeniden gündeme gelmesine ilişkin değerlendirmesinin ve açlık grevlerinin çözümü için bir girişimde bulunup bulunmayacağının sorulması üzerine de Gül, “Bunun problemlerin çözümüne hiçbir katkısı olmayacağı kanaatindeyim” diye konuştu.

Ağlamak yerine çözüm bulun


CNN Türk’ün başarılı programcısı AKP yetkililerine hangi sözlerle seslendi? ÖZEL

Açlık grevlerinin bugün 59. günü. Açlık grevleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öylesine geniş kapsamlı bir mesele ki. Bir, açlık grevlerini bir mücadele yöntemi olarak görmek başlığında konuşabiliriz. İkinci olarak da bunun Türkiye’de geçmişte nasıldı bugün kamuoyu ve siyasette nasıl etki yarattığı üzerine konuşabiliriz. En sonunda da mevcut durumda ne yapılması gerektiği üzerine konuşabiliriz bu da saatler alır. Çok özetle şunu söyleyebilirim ki, açlık grevi sivil itaatsizlik denebilecek eylemlerin en uç noktası, en sivrisi ve en çok ses getirenidir. Çünkü bunun sonunda insanın hayatı ve sağlığı söz konusu. Biz geçmişte açlık grevlerinde şu kadar insan öldü diyoruz ama en az onlar kadar belki daha fazla “wernicke korsakoff” denilen sendromlar nedeniyle sakat kalan, çocukluğuna dönüp orada kalan insanlar var.

Türkiye’deki açlık grevlerinin PKK’nın bir mücadele yöntemi olduğu ortada. Bunların ne kadar gönüllü açlık grevi, ne kadarı PKK’nın zorlamasıyla cezaevlerindeki o baskı havası neticesi onu bilemiyorum. Elbette daha önce ki tecrübelerimiz bize gösterdi ki gerek PKK gerekse Dev-Sol gibi silahlı mücadeleyi benimsemiş örgütlerde, o örgütün elemanları üzerinde yüzde yüz tasarruf hakkı vardır. Onun hayatını da belirleme gerekirse sonlandırma konusunda aslında peşin bir anlaşma var gibidir. Yola çıkarken her ikisinde de canınızdan, hayatınızdan vazgeçebileceğinizi peşin peşin taahhüt etmiş sayılırsınız. Baskı sözcüğü bile bana biraz fazla geliyor çünkü peşin bir taahhüt olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde bir örneği vardı. THKPC, Dev-Sol’dan kopmaya çalışan bir genç kadını infaz ettiler.

On beş yıl önce bir bant izlemiştim, cezaevinde kadınlar koğuşunda çekilmişti. Bir genç kızın itirafları vardı. O itirafın şöyle bir önemi ve anlamı vardı; o kız biliyordu ki bunlar son sözleri, bir veda konuşması çünkü az sonra öldürülecek. Nitekim de koğuş arkadaşları onu boğarak öldürdü. Bu örgütlerin tabiatında varolan bir şeydir.

PKK’da da infazlar olduğunu duyuyoruz…

O yapıya adım atanlar bunu bilerek zaten oradalar. Tırnak içinde hayatlarını feda etmek için oradalar. Elbet de kimisi on beş – on altı yaş gibi aldıkları kararın ileride ne getireceğini çok da düşünmeden belki sonra da pişman olarak almış olabilirler, bu bir şey değiştirmiyor bir kere böyle bir yanı var. Ama bu bir etik tartışması.

Silahlı örgütün sivil-asker dinlemeden yarattığı terör konusunda zaten varolan bir tespit. Açlık grevleri sonunda ölüm olduğu zaman “Bak işte bunlar bu nedenle bunu yapıyorlar ve kendi iradeleri ile değil bunu PKK’nın baskısı ile yapıyorlar” demek cezaevi müdüründen Adalet Bakanı’na, Adalet Bakanı’ndan Başbakan’a Türkiye’de hiçbir yetkiliye sorulmuyor olması sorumluluktan kurtarmaz. Netice itibariyle açlık grevlerinden sorumlu olduklarını söylemiyorum ama sonuçlarından sorumludurlar. Bir ülkeyi yönetmeye talip olmak böyle bir şeydir. Sadece iyi ve güzel yaptığınız şeylerden söz edemezsiniz. Sizin hanenizde eksilerde vardır. Buna trafik kazalarında ki artış da dahildir.

Bir ülkeyi yönetmeye talip olmak artısı ve eksisi ile bütün sorumlulukları üstlenmek demektir. Adalet Bakanı bu konu hakkında belki çok ciddi bir çaba gösterdi ama Başbakan’ın üslubu ile konuyu yumuşatmak yerine daha sertleştirdiğini düşünüyorum. “Onlar içeride gizli gizli yiyorlar” ya da “Açlık grevi bir şov” dediği zaman en azından şunu hatırlatabilirler; gene eski aynı görüşten geldikleri Milli Görüş’den geldikleri yol arkadaşları vaktiyle ilk büyük cezaevi ölümlerinin olduğu dönemde de “Bunlar gizli gizli yemek yiyor” denmişti.

Sonra ortaya çıkmıştı ki öyle bir şey yoktu. Burada hiçbir şey yapılamıyorsa üslubu bu derece keskinleştirip, hodri meydan dememeliydi. Hodri meydan dediğiniz zaman kendi erkinizi kamuoyunun bu konudaki hissiyatını koyuyorsunuz pey olarak fakat karşıdaki insanın koyabileceği pey kendi hayatı. Bu üsluba çok karşıyım. Bu konuda söz konusu olmasa da F Tipi cezaevi koşullarının insanları hakikaten bazen isyan etme noktasına getirdiğini düşünüyorum.

Medya ve kamuoyunda bu konu hakkında bir başka tartışma da tanım. Kimi kesim açlık grevleri olarak adlandırıyor, kimi kesim ise ölüm orucu diyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bunlar elbette önemli nüanslar. Ama artık o nüansların hiçbir anlamının kalmadığı bir noktadayız. Biz şimdi elli dokuzuncu gündeyiz. Altmış günden sonra ölümlerin başladığı söyleniyor, biliniyor. Elli dokuzuncu günün sonunda bir uzlaşma olabilir ihtimali vardı ama bu ihtimal özellikle İmralı’ya koster, avukat gidip gitmemesi meselesinde tıkanan sorunda sonuçsuz kaldı ve Adalet Bakanı topu Başbakan’a attı. Saatlerin bu kadar kritik olduğu bu dönemde bir bakanın inisiyatif kullanabilmesi gerekmektedir. Başbakan’ın her konuda tek yetkili, tek adam olma isteğini, arzusunu ve bu konudaki iradesini defalarca gördük. Açlık grevleri mevzusunda insan hayatı söz konusu.

Eğer siz belli bir günde bırakmıyorsanız onun adına açlık grevi deseniz de ölüm yoluna girdiyseniz onun adı artık ölüm orucudur. İsimlere takılıp kalmaya gerek yok. Saatlerin sayıldığı gündemde Adalet Bakanı’nın inisiyatif kullanamaması meseleyi Başbakan’a havale etmesi en anlaşılmaz durum.

AKP Çorum Milletvekili Murat Yıldırım’ın açlık grevleri konusunda “Kantinden çikolata, kuru kayısı, domates, salatalık alıyorlar. Aç değiller. Hatta kilo alan da var aralarında” şeklinde bir açıklaması var. Hükümetin bu konuyu çok da fazla ciddiye almadığını söyleyebilir miyiz?

Ciddiye almıyor gibi göründüler. Görünme ihtiyacı hissettiler. Ak Parti milletvekili bunları aldıklarını hangi rapora dayanarak, hangi yetkilinin ifadesine dayanarak söyledi bunu bilmek isterim. Duydum, söylüyorum. O kadar da basit değil bu mesele. Hep şunu unutuyoruz, PKK’lılar öldüğünde de, programımda da söz ettiğimde bana tepki geliyor, “Açlık grevlerindekilere üzülürken, şehitler için üzülmüyorsunuz” diyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? O şehitler ve yakınları için daha söylemeden gözlerim doluyor. On dokuz-yirmi yaşında arkasında genç bir eş, minicik bir bebek ya da hamile bir eş bırakan bir çocuğa ya da hatta hayatında bir sevgili eli tutmamış bir delikanlıya erkek çocuk annesi olarak nasıl kayıtsız kalabilirim? Söz konusu değil. Ama şunu unutmamak lazım açlık grevi yapanlar da, dağda öldürülenler de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği taşıyorlar.

Deyin ki çok yanlış bir yerlerdeler, tabii ki olabilir ama onların sanki bu onların sanki hayatlarının feda edilebileceği unsurlar olarak görülmesi anlamına gelmez. PKK’yı niye eleştiriyorum? O gence hayatı feda edilebilecek bir unsur olarak görüdüğüm için. Ama aynı şeyi siz “PKK’nın emriyle yapıyor, o da terörün bir parçası ölsün gitsin” dersen PKK’dan ne farkın kalır? Hep aynı akıl yürütme ile gitmek istiyorum. Herkese şunu söylüyorum, biz askerin darbesine niye karşıyız? Darbe yaptıkları zaman üstlerindeki kıyafetin renginden mi rahatsız oluyoruz? Hayır, demokrasiyi askıya almalarından ve benim irademi hiçe sayması nedeniyle. Şu anda aynı şey yaşanıyorsa diyelim; demokrasiden bahsedemiyorsam, eksik demokrasiden bahsediyorsam. Hukuk çiğneniyorsa. Darbe zamanlarında hukuk da çiğnenir, şimdi de çiğneniyor. Birinin takım elbise, kravat giyip öbürünün üniforma giymesi midir benim derdim. Adalet PKK’lıya da lazım, bunu bilmek gerekiyor. Adalet herkese lazım. Öcalan’a da lazım. Öcalan bu kadar kişinin hayatından sorumlu bir insan bu nedenle de ağırlaştırılmış müebbete çarptırılmış ama avukatı ile görüşmesi sizin hukuk sisteminizin zaten ön gördüğü bir şeyse, bu evrensel hukuk ilkelerinden biriyse siz bunu engelleyemezsiniz. Hukuk herkes için olmalıdır.

Ben anne olarak diyelim ki x şahsı o kadar delirebilirim ki gidip vurabilirim ama gazeteci Ayşenur Arslan olarak bunun telaffuz dahi edemem. Hele bu ülkeyi yönetmeye talip olan biri olsam aklımdan dahi geçirmem ya da bir yargı mensubu olsam. Ak Parti milletvekili de bir dönüp bakacak “Bir dakika, bu PKK’lı ve kötü. Ama ben böyle söylersem en az onun kadar kötü olacağım. Onun şiddet söylemini ben burada karşılık vererek uygulamış olacağım” demeli. Bunlar unutuluyor.

BDP’li milletvekillerinin de açlık grevine başlamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu çok zor bir soru. Onlar adına yapmamalıydılar gibi bir yorumda bulunmak bana zor geliyor çünkü birilerinin hayatını kurtarabilmek için kimi zaman insanın kendi hayatını riske atması kahramanca, özverili bir davranış olarak görülür ve gösterilir. Bu olayda PKK, cezaevi, BDP gibi sıfatları ve nitelemeleri çıkartsak bunlardan bağımsız olarak desek ki “Birilerinin hayatını kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye attı”, bu alkışlanabilecek bir harekettir. Ama işin içine bunlar girdiği zaman müthiş bir reaksiyonlar karşılanıyor. Sürekli çifte standartlar gidiyoruz. Öcalan’a ayrı hukuk, x kişiye ayrı hukuk. Başbakanlık önünde silah sıkan kişi serbest bırakıldı. Şaka değil. Silah sıkmaktan bahsediyoruz. Kuru sıkıymış. Kuru sıkılarda yaralabiliyor, yaraladı da. Ayrıca ufacık bir dönüşümde gerçek bir silah gibi de olabiliyor. Başbakanlık’ta bu, başka biri söz konusu olsa Başbakan’a suikast gibi sonu ağırlaştırılmış müebbete varan bir ceza istemiyle yargılama olur. Başbakan da bakanlar da tanıyormuş saldırganı. “Bizim deli oğlan” muamelesi yapıp, es geçtiler yargı da serbest bıraktı. Bunu anlamama imkan yok. Karısının burnunu, kulağını kesen iki kolunu da kıran koca “Bir anlık öfkeyle yaptım” dedi ve mahkeme bunun üzerine tutuksuz yargılanmasına karar verdi.

Bir insanın burnunu keserken ya da oradan kulağına geçerken o kadının feryadı sizi kendinize getirmeyecek sonra bir anlık öfke olacak. Ben bunları anlamıyorum. Ya da Diyarbakır’da izinsiz bir yürüyüşe katıldı diye, PKK’nın düzenlediği söylemiyle on dokuz yaşında bir genç kıza on beş yıl hapsi istendi. Bu hukuk değil, akıl değil, vicdan değil. Bu hiçbir şey değil. Böyle olduğu zaman hakikaten kitleniyorum. BDP’ye kızmak çok kolay. Hele PKK’ya kızmak çok kolay. Gerçekten ben de kızıyorum. Kızmanın ötesinde o gencecik yaşta ölen sivil ya da asker olsun, düşündükçe üzüntüden insanın nefesi kesiliyor. Devleti yönetenlerin üzülmesini de istemiyorum arada Başbakan kürsüde şiir okuyup, göz yaşlarını zor tutuyor bunlar iyi inani şeyler ama devlet adamının, ülkeyi yönetenlerin yapması gereken bunlar değil.

Ne yapması gerekiyor?

Ağlamasınlar. Hukuku çağdaş normlara getirsinler. Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu bunlar arkaik kaldı artık. Bunları değiştirsinler ve bunların gereğini yerine getirsinler. Medya Mahallesi’nde uzun uzun tartıştık. Balyoz Davası’nda üç ya da dördüncü evre olan savunmanın delillerinin ve talepkerinin gündeme alınıp, değerlendirilmesi, dinlenmesi faslı atlandı. Bu ne demek? Böyle bir şey yok. “Nasılsa yargıtay var, nasılsa İnsan Hakları Mahkemesi var” diyemeyiz. Bu süreç en az iki yıl. Ne olacak peki? Bu kadar vahim bir şey olabilir mi? Belki içeride insan ölecek. Bir toparlama yapılmış. Ergenekon’da beş kişi kansere yakalanıp hayatını kaybetmiş, yedi kişi ağır hasta. Kaşif Kozinoğlu gibi kişiler de kalp krizi sonucu ölüyorlar. İnsan hayatı bu kadar bedava mı? Açlık grevi hakkında talimat verenleri, destekleyenleri köpüre köpüre suçlarken “Bir dakika” deyip kendine geleceksin. “Ben de bunu burada ölüme yatırdım. Bu hakim ve mahkeme heyeti bunu atladı. Ben buna göz yummakla kalmadım bir de bunu yapabilmesini sağlayacak yasa çıkardım apar topar” diyeceksin. Bunun üzerine avukatların boykotu oldu. Avukatların eğer geçerli mazeretleri yoksa “yokluklarından hüküm verilebilir” maddesi eklendi. Bu madde sırf Balyoz için eklendi. Yine başa dönelim. Hukuk Öcalan’a da lazım İlker Başbuğ’a da lazım ya da açlık grevindekileri de lazım yıllardır neden yargılandıklarını bilmeyen Ergenekon tutuklularına lazım, Soner Yalçın’a çok lazım. Çünkü Soner Yalçın gerçekten niye içeride olduğunu biliyor, siyaseten içeride. Bir şey yapmasına gerek olmadan içeri atıldığını biliyor. Ama sesini duyuramadan yıl dolduracak, buna kimin hakkı var.

RÖPORTAJIN İKİNCİ BÖLÜMÜNDE NELER OLACAK?

PKK hakkında ne düşünüyor?

Gazetelerin TV ekranlarında okunması yasağını nasıl değerlendiriyor?

Yasağı delerken hangi örneği veriyor?

Bülent Arınç’a neyi öneriyor?

TÜRKİYE’DE 7 NÜKLEER DEPO VAR


Türkiye’deki tam 32 noktada NATO ve ABD varlığı var

The Washington Institute for Near East Policy‘in Temmuz 2012 sayısında yer alan ve Türkiye ile ABD ve NATO ilişkilerini masaya yatıran yazıda bir de harita yayınlandı. Haritada Türkiye’deki ABD iletişim merkezleri ve nükleer silah depoları ile NATO üsleri ve radarları işaretlendi.

(İLGİLİ BELGE) HARİTA İÇİN TIKLAYIN
NATO ve ABD, Akdeniz Bölgesi‘ne ilgi göstermez iken Türkiye’nin İran sınırında da herhangi bir tesis olmaması dikkat çekiyor.

Radar tesisleri ise ağırlıklı olarak Rusya ve ardından Bulgaristan sınırında yer alıyor.

İncirlik‘te hep olduğu söylenen nükleer silahların ise haritada gösterilmemesi dikkat çekici. Öte yandan Malatya Kürecik‘e kurulan NATO erken uyarı sisteminin haritada yer almadığı bunun nedeninin ise temmuz ayında henüz tam faaliyete geçmemesi olduğu öğrenildi.

Haritaya göre, 12 noktada sadece ABD iletişim merkezi; 11 noktada NATO erken uyarı sistemi; 2 noktada NATO hava üssü ve 7 noktada ise ABD nükleer silah deposu bulunuyor.

İŞTE NOKTA NOKTA TÜRKİYE’DEKİ ABD VE NATO VARLIĞI

Bulgar sınırında NATO erken uyarı sistemi

Lüleburgaz‘da ve İstanbul’da ABD iletişim merkezi

Bartın‘da NATO erken uyarı sistemi

Sinop ile Samsun arasında NATO erken uyarı sistemi ve ABD iletişim merkezi,

Ordu’nun Perşembe ilçesinde ABD iletişim merkezi ve ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezi,

Rize’nin Pazar İlçesi‘nde ABD iletişim merkezi ve ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezi,

Erzurum‘da ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezi ve ABD nükleer silah deposu,

Erzurum Kargapazarı‘nda ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezi,

Diyarbakır‘da ABD füzeleri ile nükleer saldırı izleme merkezi, NATO erken uyarı sistemi,

Diyarbakır’ın Pirinçlik İlçesi‘nde NATO erken uyarı sistemi,

Mardin‘de ABD iletişim merkezi ve NATO erken uyarı sistemi,

Malatya‘da ABD iletişim merkezi,

Malatya Erhaç‘ta ABD nükleer silah deposu,

Adana‘da ABD iletişim merkezi,

Adana’nin İncirlik ilçesinde ABD iletişim merkezi ve NATO Hava Üssü

Sivas’ın Şarkışla İlçesi’nde NATO erken uyarı sistemi,

Ankara’nın Elmadağ İlçesi‘nde ABD iletişim merkezi,

Konya’nın Çakmak İlçesi‘nde ABD nükleer silah deposu,

Ankara‘da ABD iletişim merkezi ve NATO erken uyarı sistemi,

Ankara Mürted‘de ABD nükleer silah deposu,

Eskişehir‘de ABD iletişim merkezi, NATO erken uyarı sistemi ve ABD nükleer silah deposu,

İzmir‘de NATO Hava Üssü ve NATO Merkez Bürosu,

İzmit‘te ABD iletişim merkezi, NATO erken uyarı sistemi ve ABD nükleer silah deposu,

İzmit’in Karamürsel ilçesinde ABD iletişim merkezi ve NATO erken uyarı sistemi,

Balıkesir‘de ABD nükleer silah deposu.

Rifat Serdaroglu : Karsit Goruslu /// CC : @rifatserdaroglu


Televizyonda akşam haberlerini izliyoruz. Ekranda, polise taş ve sopalarla saldıran ve “Başkan Apo”, “Bağımsız Kürdistan” diye bağıran, yıkan-yakan-vuran-kıran bir grup ve karşı kaldırımda ellerinde Türk Bayrakları bulunan ve “Türk-Kürt Kardeştir, PKK Kalleştir” diye bağıran yaşlı-genç çoğu esnaf olan insanlar!

Spiker kızımız şunları söylüyor;

“Malatya’da çatışan karşıt görüşlü iki gruba polis müdahale etti. Dağılmak istemeyen gruba polis biber gazı ve tazyikli su sıktı. Grup ara sokaklara dağılarak kayboldu.”

İnsanın sinirden tepesini attıracak bu söylemi hazırlayan haber müdürüne, haberi sunan spikere ve bunların patronları olan televizyon sahibine soralım;
“Siz hangi “karşıt görüşlü” gruptansınız?”

Ellerinde Türk Bayrağı olup, kardeşlik- beraberlik isteyen ve terör örgütünü lanetleyenleri, PKK’yı destekleyenlerle bir tuttuğunuza göre, bu gruptan değilsiniz demektir.

PKK’yı destekleyen bir gruptan mısınız? Herhangi bir tarikatın veya cemaatin grubundan mısınız? Nesiniz siz?

Sizlerin, bu ülkenin birliğine-bütünlüğüne kasteden, asker-sivil, çocuk-yaşlı, kadın-erkek demeden insanlarımızı öldüren, ekonomimize büyük zarar veren bu örgüte karşı tavır koyma gibi bir “Milli Sorumluluğunuz” yok mu?

Sizler hiç Roj TV’yi seyretmez misiniz? Orada Türkiye lehine tek kelime duyabilir misiniz? Asla duyamazsınız. Elbette ki size Roj TV gibi olun diyen yok.
Yok, ama Katile katil, bölücüye bölücü, Türkiye düşmanına düşman, demek yani doğruları söylemek sizin dilinizi mi yakar? En azından bu ülkeyi seven, eline silah-taş-sopa almadan Türk-Kürt kardeşliğini savunan insanları terör örgütü mensuplarıyla aynı kefeye koymasanız olmaz mı? Kızarlar mı size?

Haberleri izlemeye devam ediyoruz, spiker şunları söylüyor;

“Cezaevlerinde yapılmakta olan açlık grevlerinin sona ermesi için bir araya gelen aydınlar-sanatçılar hükümete çağrıda bulunarak, bu haklı taleplerin bir an önce yerine getirilmesini istediler. Cezaevlerinde olabilecek ölümlerin sorumlusunun hükümet olacağını söylediler.”

TV’de “aydınlar” denenlerin kimliklerine bakıyoruz. Yaşar Kemal’den- Bekaroğlu’na kadar hep bilinen kişiler. PKK ve onun uzantıları ne zaman bir eylem yapsa bu şöhretleri görmekten usandım artık.

Be adamcıklar, mademki kendinize aydın diyorsunuz, niçin gencecik çocukları açlık grevine başlatıp, ölümlerine sebep olacak PKK terör örgütüne tek laf etmiyorsunuz? PKK istemese, bu zavallılar açlık grevi yapabilirler mi?

Talepler karşılansın, diyorsunuz. Demokrasilerde hak aramanın yolları belli değil mi? Yarın cezaevindeki Hizbullah ve İBDA-C liderlerinin özgürlüğü için bir açlık grevi başlasa, taleplerini kabul edelim mi diyeceksiniz?

Sizler hiçbir şehit cenazesine gitmediniz. Evlatlarını kaybeden insanların evlerine uğramadınız. Sizler şehit edilen bu fidanları, trafik kazasında ölen insanlarımızla aynı kategoride tutuyorsunuz.

Türk Milletinin tamamını kucaklamayan adamlar ve bunları “aydın” diye millete kakalamaya çalışan televizyonlar, ne kadar büyük bir ihanet içinde olduklarını görmezler mi? Sizler Türk Milletini aptal mı zannediyorsunuz?

Hiç kimsenin “ama”, “fakat”, “lakin” deyip kıvırtmak hakkı yoktur. Görmüyor, duymuyor musunuz?

“Daha Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” diyen adamın belediyelerine “padişah yetkisi” vermekte ısrar eden AKP Hükümeti, ülkeyi Suriye ile savaşa ve bölünmeye götürüyor. Herkesin yerini, tarafını belli etmesi zamanı gelmedi mi?

Birinci görevi, vatandaşa doğru bilgi vermek olan Televizyonlar ve Gazeteler, “Özgür Gündem” veya “Roj TV” olmaktan vazgeçip, Türkiye’nin televizyonları ve gazeteleri gibi davranmak ve yerlerini belli etmek zorundadırlar.

Kendilerine “aydın” diyen “PKK Bülbüllerine” gelince; Lütfen Türkiye’nin meselelerine “tek gözle-kandil ışığıyla-ampul ışığıyla” bakmayın, güneşe çıkın doğruları göreceksiniz.

Herkesi kucaklayan davranışlar sergileyin. Eğer tutumunuzda ısrar ederseniz, o zaman size sorarlar; “Sizin nereniz aydın, bu karanlık kafalarda aydınlık olur mu?”

._,___

Türkiye’nin Eski Sovyet Cumhuriyetleriyle Münasebetlerinin Özellikleri


Trkiye’nin Eski Sovyet Cumhuriyetleriyle Mnasebetlerinin zellikleri.pdf

Barış Doster: Kaç Paraya ve Kaç Parçaya Bölüyorlar?


Eş başkanın hariciye vekilinin “komşularla sıfır sorun” politikası çöktü. Küresel diplomasinin koridorlarında ise alay konusu olmayı sürdürüyor. Çünkü sayesinde Azerbaycan ve KKTC dahil, sorun yaşamadığımız ya da sorunları artırmadığımız komşu kalmadı. Suriye, İran, Rusya, Irak’la ilişkiler gerginleşti. Malatya’nın Kürecik ilçesine yerleştirilen ve kumanda düğmesi ABD’nin elinde olan füze kalkanı radarının İran’a karşı İsrail’i korumak için oraya konduğu defalarca kanıtlandı. ABD adına bölgeye “demokrasi, insan hakları, özgürlük” ihraç etmede öylesine ileri gidildi ki, bir ara “Suriye bizim iç meselemizdir” deyiverdi eş başkan.

Anımsanacak olursa, eş başkanın ilham kaynaklarından olan Adnan Menderes de (diğeri Turgut Özal idi) ABD istediği için Irak’a müdahale etmeyi düşünmüştü. “Küçük Amerika” sürecinden büyük Türkiye çıkarmaya yeltenmişti. Ama olmadı, olduramadı. Fena halde yanıldı. Türkiye büyümedi. Önce küçük düştü, şimdi de küçülme tehdidi yaşıyor. Küçük Amerika sürecinden küçülme çıktı.

Manzaraya bakınız. İsrail büyürken, Irak’taki işgali destekleyen, Suriye’ye emperyalizm adına müdahale etmek isteyen, İslam coğrafyasını parçalama projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP) eş başkanlık yapan Türkiye küçülüyor. Sözde muhafazakâr, mukaddesatçı, maneviyatçı, mümin, mütedeyyin, Siyonizm karşıtı kadroların yönetiminde parçalanıyor. Bir zamanlar Cuma namazı çıkışlarında İsrail bayrağı yakanların, Filistin’deki şehitler için gıyabi cenaze namazı kılanların, “Laik devlet yıkılacak elbet”, “Kahrolsun Kemalist diktatörlük”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Müslümanlar kardeştir”, “İslam’a uzanan eller kırılsın” diye slogan atanların döneminde bölünüyor.

“Dinler arası diyalog” derken, “Medeniyetler ittifakı” derken, Mehmetçik Afganistan’da ABD askeri için, onun yerine, onun adına ölüyor. Eş başkan, Irak’taki işgalci ABD askerlerinin ülkelerine sağ salim dönmeleri için dua ederken, Kuzey Irak’tan ülkemize sarkan bölücü terör Mehmetçikleri şehit ediyor. Bir zamanların iman, ihsan, ihlas sahibi mücahitleri ise önce gömlek değiştirmenin, sonra da iş değiştirip müteahhit olmanın tadını çıkarıyorlar. Ve emperyalizmin her türlü talebine müsait hale geliyorlar. Ve bu müteahhitlik, beraberinde taşeronluğu da getiriyor. Her türlü emperyalist projeye gönüllü olmalarını sağlıyor eski mücahitlerin. Öyle ki, Suriye için “insani koridor”, “uçuşa yasak bölge”, “tampon bölge”, “güvenlik koridoru” vb. tüm seçenekleri Türkiye öneriyor. İlk önce Türkiye öne atlıyor, rol istiyor. Bir zamanlar ticari ilişkilerin hızla geliştiği, vizelerin kaldırıldığı, sınır geçişlerinin kolaylaştırıldığı, ortak bakanlar kurulu toplantılarının yapıldığı Suriye ile ilişkiler en alt düzeye iniyor. Çünkü emperyalizm bunu istiyor. Çünkü taşeronluk bunu gerektiriyor. ABD örtülü operasyonlarla, karanlık savaş hileleriyle, psikolojik harp yöntemleriyle, algı yönetimiyle, toplum mühendisliğiyle, beşinci kol faaliyetleriyle, asimetrik savaşla Suriye’ye çullanırken, Türkiye’ye daha ağır ve kanlı görevler yüklüyor. Suriyeli teröristlere sahip çıkmasını, topraklarını açmasını, para ve silah vermesini istiyor.

Bu politika Türkiye’nin ekonomisini olumsuz etkiliyor. Enerji tedarikinde güçlükler yaratıyor. Çünkü doğalgazda ve petrolde en çok ithalat yaptığımız iki ülkeyle, Rusya ve İran’la ilişkilerimizi geriyor. Türkiye, enerji temininde alternatif enerji kaynaklarından, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarından yeterince yararlanamadığı için, enerji bağımlılığı, dış ticaret açığı yaratıyor. Cari açık artıyor. Tarımsal üretimi, verimliliği, tarıma dayalı sanayiyi zaten gözden çıkaran, toprak reformunu çoktan unutan, bütüncül kalkınmayı ağzına bile almayan Türkiye, izlediği dış politikayla ekonomisini de baltalıyor.

Kimi Arap ülkelerinin, birbirinden bağımsız hareket eden Suriyeli muhalifleri bir türlü birleştirememesi, sonuçta onları birleştirenin yine ABD olması, hem Araplar arasındaki birliğin ne kadar zayıf olduğunu hem de Suriyeli muhaliflerin kimden destek aldığını bir kez daha gösteriyor. Keza ABD’nin dış politikadaki araçlarından biri olan Arap Birliği’nin hiç itibarının olmadığı da görülüyor. Rusya’nın Suriye Ulusal Konseyi temsilcileriyle görüşerek bilinen görüşlerini yinelemesi ise Suriyeli muhaliflerin Moskova’ya rağmen başarıya ulaşamayacaklarını anladıklarını kanıtlıyor. Bu dönemde Irak başbakanı Nuri el Maliki, İran üzerinden Suriye yönetimiyle yakınlaşıyor. Türkiye’den ise uzaklaşıyor. Türkiye’yi ülkesinin içişlerine karışmakla, Irak’ta Iyad Allavi’nin başını çektiği ittifaka destek olmakla suçluyor. Yaşananlar, Arapların, Arap birliğine gerçek anlamda kimlik kazandıran Cemal Abdül Nasır gibi bir lider çıkaramadıklarını gösterirken, Batı’nın AKP’yi ve Türkiye’yi Arap Baharı’na model olarak sunma çabası da işe yaramıyor.

Bu süreçte ABD, Avrupa’dan da umduğu desteği alamıyor. Almanya, İngiltere ve Fransa ayrı telden çalıyorlar. Ekonomik olarak Avrupa’nın en güçlüsü olan, krizden diğerlerine oranla daha az etkilenen Almanya, İran ve Suriye konusunda ABD’ye mesafeli duruyor. Dahası Rusya ve Çin ile hızla yakınlaşıyor. Adeta bir “Ost politik” yani Doğu politikası izliyor. Avrupa’nın 3 büyükleri arasında ABD’ye en yakın güç olan, İsrail’le birlikte ABD’nin iki stratejik ortağından biri olarak bilinen İngiltere politik olarak fazla öne çıkmıyor. Her zaman olduğu gibi ABD politikalarının Avrupa’daki sözcülüğünü yapıyor. Fransa ise AB’nin etkisizleşmesine koşut olarak Akdeniz Birliği projesi ile yeni bir çıkış ve nüfuz sahası arıyor. Füze savunma sistemi konusunda ABD ile anlaşmazlık yaşayan Rusya ise kendi güvenliği için belli bölgelere füzeler yerleştiriyor. Kaliningrad kentinde bulunan füze radarlarını aktif hale getiriyor. Erivan’daki üssü alarmdayken, Karadeniz donanması savaş pozisyonu alıyor. Bir anlamda ABD’nin kendisini bu kadar çevrelemesine, Akdeniz’e çıkmasını engelleyecek adımlar atmasına sessiz kalmayacağını gösteriyor.

ABD’nin Asya’da da gerilediği gözleniyor. Pakistan’la ilişkileri eskisi gibi sıcak değil. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Afganistan’ı işgal ederken, Taliban’ı ezeceğini söyleyen ABD’nin, şimdilerde Taliban’ı muhatap aldığı, onunla müzakerelere başladığı görülüyor. Hatta resmi görüşmelere başlanması için, ABD’nin Taliban’a Katar’da büro açmasını önerdiğini yazıyor gazeteler. Ve Türkiye bu Katar’la birlikte, Suudi Arabistan’la birlikte Suriye’ye insan hakları, özgürlük ve demokrasi götürmeye çalışıyor.

İnsan sormadan edemiyor. Acaba emperyalizmin işbirlikçileri, uzantıları, taşeronları, uyduları, maşaları ülkemizi kaç paraya ve kaç parçaya bölüyorlar?

İLK KURŞUN

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!