Etiket arşivi: oda tv

ODA TV DAVASINDA ERGENEKON İDDİASI


VİDEOYU BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ.

HİÇBİR ÖRGÜT BELGESİ BÖYLE OLMAZ


Odatv Davası’nın 9. Duruşmasında eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı savunma yaptı. Avcı, Odatv bilgisayarlarında kitap taslağının bulunduğuna dair hazırlanan polis raporunu eleştirdi. Avcı, polis raporunun teknik kurallara uygun hazırlanmadığını anlattı.

Örnek bir dosyayı mahkeme huzurunda yaratan Avcı, bir dosyanın oluşturulma ve kayıt tarihleri arasındaki uyumun Odatv bilgisayarlarındaki dosyalarda olmadığını gösterdi. Avcı, dosyaların Odatv bilgisayarında hiç açılmadığını, dosyaların teknik özelliklerini göstererek açıkladı. Odatv bilgisayarlarındaki yüzün üzerindeki dosyanın iki saniyede yüklendiğini gösteren Hanefi Avcı, diskte geniş yer kaplayan dosyaların bu kadar kısa sürede yüklenemeyeceğini anlattı. Avcı dosyaların açılıp okunmadan silindiğini gösterdi. Bunun normal bir kullanım davranışı olmadığını belirten Hanefi Avcı, dijital verilerin bulunduğu iddia edilen bilgisayarın kullanıcı adının “Soner” olmadığını, ancak dosyalara “Soner” yazıcı adı verilerek Soner Yalçın’ın yazdığı izlenimi yaratıldığını söyledi.

SAHTE MAİL İLE GELDİ

Hanefi Avcı, Odatv bilgisayarına bu dosyaların geldiği maili göstererek, mailin sahte olduğunu, ABD’den gönderildiğini IP numarasını vererek ortaya koydu. Avcı, 5 Şubat 2011 tarihinde gelen mailin kaydının TİB’den istenmesini talep etti. Bu kaydın gelmesi durumunda sahte mail ile gelen dosyaların virüs olduğunun açığa çıkacağını belirtti.

Oğlunun bilgisayar mühendisi olduğunu söyleyen Avcı, virüsleri uzmanlık alanında inceleyen oğlunun söz konusu virüslerin çok özel ve yeni virüsler olduğunu aktardığını anlattı.

HİÇ BİR GİZLİLİK YOK

Her mesleğin bir erbabı olduğunu anlatan Avcı, kendisinin yıllardır örgütleri çözmeye çalıştığını ve bu işin uzmanı olduğunu söyledi. Bazı örgütsel ilişkileri çözmek için yıllarca şifre çözdüğünü anlatan Avcı, Odatv bilgisayarlarında bulunan belgelerde hiç kodlamanın, şifrenin, imanın olmadığının altını çizdi. Hiçbir örgütün böyle açık seçik belge hazırlamadığını deneyimleriyle aktaran Avcı, kendi adının 6 kez “Hanefi”, bir kez de “Hanefi Avcı” olarak geçtiğini belirterek “Herhalde inkar etmesin diye düşünmüşler” dedi.

Odatv.com

SONER YALÇIN : Dava Adı KCK da Olsa Ergenekon da Olsa.


İstanbul Silivri Cezaevi’nden herkese selam olsun..

Şeytani bir hilekarlıkla bilgisayarımıza gönderilen virüslü dijital tuzağıyla 2 yıldır cezaevindeyim.

İddianamemde silah yok, bomba yok, şiddet eylemi yok.

İddianamemde; 361 kez “haber”, 280 kez “kitap”, 53 kez “köşe yazısı”, 26 kez “röportaj”, 5 kez “makale” kelimesi geçiyor.

Haber yaparak, yazı yazarak terör suçu işlemişim!

Bunu sadece ben yapmadım! Dava adı KCK da olsa Ergenekon da olsa onlarca meslektaşım yaptı! Onlarcasının üzerinde de aynı korku iklimi dolaştırılıyor. Bizden istenen çok açık, düşün-me, yaz-ma!

Bizim ülkemizde, düşünce hayatın düşmanı, kötülüğün simgesi olarak görülüyor.

Düşünsel değerlere tutkuyla bağlı, soru soran-arayan-kovalayan zihne sadece düşmanlık ediliyor.

İktidar ve güç uğruna hiçbir şeyden çekinmeyen zorba güç, yalnızca kendi isteğinin onaylanmasını, gururunun okşanmasını istiyor. Kendi hegemonyasına aykırı düşen fikirlere fikirle cevap vermek yerine, hapsetmeyi, hapisle korkutmayı, işinden etmeyi seçiyor.

Gerçekler tehlikelidir. Gerçeği yazan, söyleyen ya işsiz bırakılıyor ya da hapse atılıyor.

Fakat tarih göstermiştir ki, kaba güç sonsuz değildir. Tek insan boyun eğmezse, kararlılığı kırılmazsa, sonunda kazanan her daim insan olur.

Hapisteki tutsak meslektaşlarım;

Korku hep boyun eğmek zorunda bırakır; insanı yozlaştırarak onu tutsak duruma düşürür. Zor olan işte bu ruhsal esarettir. Fiziksel tutsaklık ise geçicidir elbet bir gün bitecektir.

Bu sebeple:

Biz gazeteciler her zaman; otoriterliğe ve irrasyonelliğe karşı çıkacağız.

Biz her zaman; gerçeğin peşinde koşacağız, doğru bildiğimizi söylemeye devam edeceğiz.

Biz her zaman; acı çekenin, zulüm görenin yanında yer alacağız.

Dostoyevski’nin dediği gibi, “insanı sevmek yiğit budalalıktır.”

İstanbul Silivri Cezaevi’nden dayanışma duygularımla herkese selam olsun.

HANEFİ AVCI : ERGENEKON İLE BAĞ KURULMASI MANTIKSIZ /// CC : @va rdiyabizde @BalyozGercekler @rodrikdani


”ERGENEKON” SORUSTURMASI KAPSAMINDA ODATV’DE YAPILAN ARAMALARA ILISKIN ACILAN DAVANIN TUTUKLU SANIGI HANEFI AVCI, ”MESLEKI GECMISIM, YASANTIM, KAMUOYUNCA BILINEN TAVRIM, ACIKLAMALARIM DIKKATE ALINDIGINDA BENIMLE ‘ERGENEKON’ VEYA BASKA BIR ORGUTLE BAG KURULMASI MANTIKSIZDIR” DEDI.

ˊˊErgenekonˊˊ soruşturması kapsamında Odatvˊde yapılan aramalara ilişkin açılan davanın tutuklu sanığı Hanefi Avcı, ˊˊMesleki geçmişim, yaşantım, kamuoyunca bilinen tavrım, açıklamalarım dikkate alındığında benimle ˊErgenekonˊ veya başka bir örgütle bağ kurulması mantıksızdırˊˊ dedi.

Çağlayanˊdaki İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada, savunmasını sürdüren eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, iddianamede yer alan ˊˊNedim.docˊˊ adlı belgenin, başka bir bilgisayarda oluşturulduğunu, daha sonra Odatv bilgisayarlarına yerleştirildiğini iddia etti.

Bilgisayarda bir belge oluşturulup başka bir bilgisayara atıldığında arada tarih farklılıklarının oluştuğunu belirten Avcı, bu dosyaların Odatv bilgisayarında oluşturulmadığını öne sürerek, bilirkişilerin o kısımları yazmayarak yanlış kanaat oluşturduğunu söyledi.

Avcı savunmasını şöyle sürdürdü:

ˊˊSiz özel bilgilerinizi internete açık bir bilgisayara koyacaksınız ve açmadan bu dosyaları sileceksiniz. İşin ilginç yanı suçlayıcı dosyaların hepsi bir yerde duruyor. Bu dosyalara ancak sistemi çok iyi bilen birileri bakar. normal bir kullanıcı bu dosyaların nerede olduğunu göremez. Bu dosyaları Soner Yalçınˊın yazmadığı bellidir. Bilgisayar Mühendisi olan oğluma sordum. Bana bunların gelişmiş virüsler olduğunu ve bizim algılayamayacağımızı söyledi.

Bu dokümanlar örgüt dokümanı olamaz. Örgüt dokümanlarını çok iyi bilirim, kimse beni kandıramaz. Bu belgeleri 100 TEM şubesine gönderin, biri bile ˊörgüt dokümanıˊ demez. Bu dokümanlarda her şey açık, bir kod veya şifre yok. Oysaki örgüt dokümanları Polise kök söktürüyor. Polisler günlerce şifreleri çözmeye çalışıyorlar. Bu dosyalar sizin önünüze süslenerek gelmiş. Bu kadar basit, sıradan notların örgüt dokümanı olarak kabul edilmesinde anormallik var.ˊˊ

Avcı, iddianamede yer alan ˊˊhanefi.docˊˊ adlı belgenin de kasıtlı ve uydurma olduğunu öne sürerek, şöyle devam etti:

ˊˊErgenekonˊdan yargılanan kişilerle hiç tanışıklık, ilişki ve irtibatımın olmadığı, tersine geçmişte karşılıklı davalı olmamız, son operasyonla bu kişilere ait ev ve işyeri, siyasi parti aramalarında benimle ilgili çok ağır ithamlar içeren bazı notların bulunmuş olması gibi hususlar değerlendirildiğinde, söz konusu belgenin içeriğinin hiçbir makul temele dayanmadığı görülmektedir.

Örnek verecek olursak bu dünyada benden en son bir şey isteyecek kişi Doğu Perinçekˊtir. Hep benim aleyhime yazdı. Ayrıca belgenin içeriğinde, ˊDanıştayˊın türban eylemi olduğu Hanefiˊnin ağzından net bir şekilde vurgulanmalıˊ denmektedir. Halbuki benim kitabımda türban kelimesi geçmemektedir.ˊˊ

Hanefi Avcı, belgede, ˊˊÇetin Doğanˊın verdiği bilgiler kitapta muhakkak yer almalıˊˊ şeklinde ifadenin yer aldığını belirterek, ˊˊHalbuki benim kitabımda Çetin Doğan hakkında iyi şeyler anlatılmadığı gibi, dolaylı olarak olumsuz imalarda bulunulmaktadırˊˊ dedi.

Avcıˊnın, kendisiyle Odatvˊde çalışanlar arasında direkt veya dolaylı hiçbir ilişkinin olmadığını öne sürerek, ˊˊMesela bu davanın sanıklarından Yalçın Küçükˊün fikirlerine hiç katılmamˊˊ demesi üzerine, Küçük, ˊˊSen beni 40 yıl takip ettirir misin-ˊˊ diye sordu. Hanefi Avcıˊda, ˊˊBir dönem istihbarat için takip etmişizdirˊˊ yanıtını verdi.

Batı Çalışma Grubunu deşifre ettim

Bu diyaloğun ardından savunmasına devam eden sanık Hanefi Avcı, kitabının yayımlanması safhasında örgütsel bir faaliyet, ilişki ve eylem olsaydı bunun her yönüyle ortaya çıkacağını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

ˊˊMesleki geçmişim, yaşantım, kamuoyunca bilinen tavrım, açıklamalarım dikkate alındığında benimle Ergenekon veya başka bir örgütle bağ kurulması mantıksızdır.

Buna bir örnek vermek istiyorum. 28 Şubat döneminde beğenilmeyen seçilmiş iktidarlara karşı tavır koyan anlayış ve militarizme karşı açıktan tavır alıp, 1997 yılında hazırladığım rapor ve belgeleri kendi üstlerime sunup, herkesin çekindiği bir zamanda mevcut iktidara karşı militarist güçlerin hukuk dışı çalışmalarını koordine edecek Batı Çalışma Grubu ve Batı Çalışma Grubu hareket konseptini deşifre edip, rapor yazmakla kalmayıp Deniz Kuvvetleri Mahkemesiˊnde alenen ifade verdim.

Söz konusu mahkeme duruşma tutanağı vb. belgeler incelendiğinde iddia edilen ˊErgenekonvariˊ örgütlenmelerle alakamın olmayacağı aşikardır. Ben ve birçok insan ˊErgenekonˊ vb. tahkikatları esasta ciddi olarak desteklerken, soruşturma yapılırken yapılan hatalar, usule uygun olmayan yöntemler ve abartılı zorlama deliller yönünden eleştirmektedir.ˊˊ

Avcı, ˊˊBu davanın tamamen benim kitabın içeriğinden kaynaklandığı kesindir. Başka da bir dayanağı yokturˊˊ diyerek, hakkındaki suçlamaları kabul etmediğini belirtti ve tahliyesini talep etti.

Avcı, savcı ile davalı

Hanefi Avcıˊnın savunmasının tamamlamasının ardından avukatı söz alarak, ˊˊMüvekkilimle savcı Mehmet Berk arasında tazminat ve ağır ceza davaları var. Bu, objektif yargılamaya gölge düşürmektedir. Mahkemenin bu hususu göz önünde bulundurmasını istiyorumˊˊ dedi.

Bunun üzerine Mahkeme Başkanı Mehmet Ekinci, ˊˊBu, tamamen savcılık paylaşımıdır. Duruşma savcısı Ufuk Ermertcanˊın yedeği Mehmet Berkˊtir. O yüzden yasal bir sakınca yokturˊˊ ifadelerini kullandı.

Duruşma, tutuklu sanık Nedim Şenerˊin savunmasıyla devam ediyor. (A.A)

http://www.diyadinnet.com/HABER-14429-ergenekon-ile-ba%C4%9F-kurulmas%C4%B1-mant%C4%B1ks%C4%B1z

Ergenekon Davası 64 milyon word sayfası tutuyor /// CC : @vardiyabizde @BalyozGercekler @rodrikdani


İşte Ergenekon davasının rakam rakam dökümü

Silivri’de devam eden Ergenekon Davası, dünya üzerindeki en geniş ölçekli yargılama süreci olmaya aday. Sebebi ise bilgisayar teknolojilerinde saklı. Şöyle ki:

Ergenekon Davası’nda 300’e yakın kişi yargılanıyor. Yüzlerce delil klasörü var. Her bir delil klasörü yaklaşık 200 sayfa. Bunun yanında dosyaya Mahkeme’nin yapmış olduğu yazışmalar sonucu giren birçok cevabi yazı, birleşen yaklaşık 20 davaya ilişkin iddianameler ve ek klasörler ile gizlilik kaydı sebebiyle avukatlara verilmeyen milyonlarca sayfa doküman ve bir o kadar da savunma evrakı var.

Bu verilerin tamamı Silivri Cezaevi’nin içinde bulunan duruşma salonundaki Yazı İşleri Müdürlüğü’nde tutuluyor. Her yerde klasör klasör evrak var. Bu evrakları fiziken incelemek ise mümkün değil. Tüm bu dokümanlar arşivlerde saklanıyor. Avukatların elinde olanlar ise Mahkeme’nin verilmesini onayladıklarının dijital kopyaları.

Bir de fiziki kayıtlar dışında dijital ortamda saklananlar var. Bunlar arasında telefon görüşmelerine ilişkin ses kayıtları, cep telefonu baz istasyonu sinyal bilgileri vs de yer alıyor. Büyük bir kısmı kişiye özel ve sadece Hâkimler tarafından incelenebiliyor.

MAHKEMENİN TÜRKİYE TELEVİZYON TARİHİNE IŞIK TUTACAK ARŞİVİ

Sanıklardan el konulan Hard Disk, Cep Telefonu, CD, DVD’ler ile bunların imajları, kopyaları vs de avukatların ulaşabileceği bilgiler arasında değil ama dava dosyasının bir parçası durumunda.

Bir kısmı teknik takip sonucu elde edilmiş diğer kısmı ise konferans ve panellere ilişkin video görüntüleri ve fotoğraflar da dosya içerisinde yer alıyor.

Bu güne kadar yapılan 253 celseye ait ses ve görüntü kaydı ile bunların çözümlerinden oluşan binlerce sayfa duruşma tutanağını da hesaba katmak lazım tabii. Birleşen dosyaları hesaba dâhil etmiyorum.

Yine dosya içerisinde geçmiş tarihlere ait gazeteler, televizyonlarda yayınlanmış tartışma programı ve belgesel görüntüleri de var. Ergenekon Davası’na bakan Mahkeme, Türkiye’de televizyon tarihine ışık tutacak bir arşive sahip anlayacağınız.

Bu hesabın içerisine Ergenekon Soruşturması sonucu açılan davalar olan, Odatv, Poyrazköy, OYAK Güvenlik ve Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs Davalarının görüldüğü Mahkemelerde yer alan dosyaları ise dâhil etmiyorum.

Bu tahlil karşısında, bilgisayar teknolojileri ile de yakından ilgilenen biri olarak Ergenekon Davası’nın boyutlarını merak ettim ve hesaplamaya başladım. Eminim ki bilgisayarla azıcık haşır neşir olanların ilgisini çekecektir. Birlikte göz atalım.

HARD DİSKLERİ HİÇ HESABA KATMAKSIZIN

Eksik olsun fazla olmasın diye küsuratları aşağıya doğru yuvarlayarak hesaplayacağım…

Ergenekon Davası başlangıçta 3 iddianame ve delil klasörlerinden oluşuyordu. Bu dosyaların büyüklüğü 28 Gigabayt (GB). Daha sonra bu davalarla 18 tane daha dava dosyası birleşti ve 4 sene içinde farklı kurumlara yazılan yazılara cevaplar geldi. Bu da yaklaşık 200 GB yapıyor.

Davada yaklaşık 300 sanık yargılanıyor. Hepsinin evinden ve iş yerinden hard disklere, CD’lere, DVD’lere, cep telefonlarına el konuldu. Bunların büyük bir kısmı ise iade edilmedi. Halen Mahkeme dosyası içerisinde ya da Adli Emanet’te saklanıyor. Neredeyse her sanık en az 1 CD veya DVD ile suçlanıyor. Abartıya kaçmamak için hesaba 100’lerce GB hafızaya sahip hard diskleri katmayacağım. Sadece CD ve DVD’leri hesaplayalım. 1 CD 750 MB, 1 DVD ise ortalama 4 GB kapasiteye sahip. Her sanıktan en az 1 tane bazılarından ise onlarca hatta yüzlerce CD/DVD’ye el konuldu. Ama biz minimumunu düşünelim. 300 sanık üzerinden hesapladığımızda, 1.425 GB’lık bir veri anlamına geliyor bu. Hem de el konulan hard diskleri hiç hesaba katmaksızın.

Şimdi gelelim cep telefonu baz istasyonu sinyal bilgileri ile ses kayıtlarına. Soruşturma aşamasında Dinleme Kararları çerçevesinde bütün sanıkların görüşmeleri kayıt altına alındı. Bunlardan suç unsuru taşıyanların çözümleri yapıldı. Taşımayanlar ise muhafaza edildi. Sonrasında, gizlilik kaydıyla sanıklara verilen bu ses kayıtlarının ait olduğu sanıklardan birine bunların ne kadar büyüklüğe sahip olduğunu sordum. Sadece 2008 yılına ilişkin ses kayıtlarının 2.8 GB olduğunu öğrendim. Sanıkların bazılarının ise birkaç sene dinlendiğini biliyoruz. Ama ne demiştik eksik olsun fazla olmasın hesabımız. 300 sanık üzerinden hesapladığımızda bu da 840 GB veri anlamına geliyor. Bu hesaba cep telefonu sinyal bilgilerini de dâhil ettiğinizde büyüklük yaklaşık 1.000 GB’a ulaşıyor.

DOSYANIN HACMİ NE KADAR

Bir de bu zamana kadar televizyon ve gazete arşivlerinden dosyaya giren görüntüler, gazete kupürleri vs var. Dosyaya giren bir belgesel görüntüsünün boyutuna baktım. Yaklaşık 1 saatlik görüntünün 320 MB olduğunu gördüm. Çözünürlüğünün ise oldukça düşük olduğunu belirteyim. Davada görev yapan bazı avukatlarla konuştuğumda yaklaşık 100 saatlik bir görüntünün bulunduğunu tahmin ettiler. Bu da 30 GB’lık bir veri anlamına geliyor.

Bu güne kadar birleştirilen davalar hariç 253 celse duruşma yapıldı. Tüm bu duruşmalardaki görüntü ve sesler kayıt altına alındı. Bu, günde en az 6 saatlik ses ve görüntü kaydı demek. Her bir duruşma tutanağı ortalama 50 sayfa. Hesaplarsak 12.650 sayfa duruşma zaptı mevcut. Sadece bu görüntülü ve yazılı verinin dosya büyüklüğü ise tahmini 485 GB. Bu gerçek değerin çok hem de çok altında unutmayın.

Sanıklar ve avukatlar tarafından Mahkeme’ye sunulan belgeler ve dijital kayıtların boyutu ise yaklaşık 100 GB civarında.

Asgari değerler üzerinden yapılan bu hesaplama Ergenekon Davası’nın yaklaşık 3 Terabayt’lık bir dosya büyüklüğüne sahip olduğunu gösteriyor. Emin olun bu değer dosyanın gerçek boyutunun çok altında. Anlayacağınız Ergenekon "en az" 3 Terabaytlık bir dava.

Bu verinin büyüklüğünü sayfa sayısı olarak hesapladığınızda yaklaşık 64 milyon sayfa word belgesi demek. 300 sayfalık, 214.000 tane kitap anlamına geliyor. Bu büyüklükte bir kütüphane tasavvur edin lütfen. Evinizdeki kitap sayısı ile karşılaştırın bu sayıyı. Sanırım dosyanın hacmi ve kapladığı alan zihninizde daha iyi canlanmıştır.

Böylesine büyük boyutlara ulaşmış olan bir dava insan beyninin sınırlarını da zorlayacak durumda. Muhakeme yeteneğinizin çok güçlü olması gerektiği ise açık. Bunun bile yeterli olacağını sanmıyorum. Sanıklara suç yüklerken binlerce klasör, milyonlarca sayfa evrak arasından sağlıklı bir değerlendirme yapmanız, tanık ve sanık beyanlarını karşılaştırmanız çok güç.

Dijital veriler üzerine kurulu olan yargılama süreci, bunlara el konulmasından muhafazasına kadar birçok sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Ancak Ergenekon Mahkemesi’nin bu konuda başarılı olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Adli Emanette kırılarak delil vasfını kaybeden 51 Nolu DVD’nin hikâyesini hepiniz biliyorsunuzdur. Ortada hali hazırda delil sağlığını kaybetmiş bir dijital veri var ancak bu, tutukluluk halinin devamı için bir engel oluşturmuyor.

DÜNYA DAVALAR TARİHİNDE BİRİNCİ

Yine söz konusu dijitallerin muhafazası kadar, manipüle edilmesinin önüne geçmek için alınması gerekli tedbirler de yetersiz. Teğmen Mehmet Ali Çelebi olayını hatırlayacaksınız. Telefon hafızasına tanımadığı insanların bilgileri yüklenen genç adam. Bu olayın ortaya çıkmasından ancak 3 ay sonra özgürlüğüne kavuşabilmişti.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak asıl önemli olan sağlıklı bir yargılama sürecinin bulunup bulunmadığı. Duruşmalar devam ediyor ve bir süre daha sürecek gibi görünüyor. Bu da dosyanın her geçen gün katlanarak büyümesine neden oluyor. Hiç kimsenin bu boyutlarda bir dosyaya hakim olması ve sağlıklı karar verebilmesi mümkün değil. Bu da Adil Yargılanma Hakkı açısından ciddi bir sorun oluşturuyor.

Ergenekon Davası, dosya hacmi açısından Dünya Davalar Tarihinde birinciliği elde etmiş görünüyor. Çıtayı ise her geçen daha da yükseltiyor. Ancak bu manzara adalete olan güveni sarsıyor ve adil bir karar verileceği konusundaki inancın yok olmasına neden oluyor.

Milyonlarca sayfa evrak, binlerce saatlik görüntü ve ses kaydı, en gelişmiş bilgisayarların dahi kapasitesini zorlayacak bir veri hacmi demek… Ergenekon Davası insan beyninin sınırlarını zorlayan bir dava artık… Aslında çok basit iddialarla yargılanan ve kişisel delil durumları çok da karmaşık olmayan insanların yargılandığı bir dava süreci… Özel karmaşıklık havası verilmeye çalışılarak elde edilmeye çalışılan kamuoyu algısı… Geçmişte zihinlerde kötü anılar bırakmış tüm adli vakaların harmanlandığı bir kazan…

Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin hukukçular, böyle bir yargılamanın mümkün olamayacağını söyleyecektir size. Ancak Türkiye’de bunlar üzerine çok fazla kafa yorulmuyor. Günlük hayatımıza devam ederken, ülkenin bir köşesinde devam eden yargılamada yaşananlar çoğu zaman dikkatimizi dahi çekmiyor.

Ergenekon Davası’nda sona yaklaşırken olayın bir başka boyutunu gözler önüne sermek istedim sadece. Teknik bilgilerden sıkılmayıp yazının sonuna kadar geldiyseniz eğer, dikkatinizi çekmeyi başarabilmişimdir.

Av. Hüseyin Ersöz

Odatv.com

Hakan: Gazeteler sadece Başbakan okusun diye yapılmaz ///// CC : @ahmethc


Türkiye’nin son dönemdeki en popüler köşe yazarı, televizyoncu Ahmet Hakan ‘2012’de o da Ergenekon’dan tutuklanacak’ iddialarının ardından ilk kez Akşam gazetesinden Gülay Altan’a konuştu.

İşte Ahmet Hakan’ın son dönemde ciddiyet dozu artan yazıları ve programlarının nedeni ve bu iddialara verdiği yanıtlar…

Ergenekon davasıyla ilişkilendirilmeniz yeni değil ama en son Rasim Ozan Kütahyalı tarih vererek tutuklanacağınızı söyledi… Onun söylediğiyle kalmadı, arkasından başkaları da bu iddiayı çeşitli biçimlerde dile getirdi. Neden?
Ben de bunu merak ediyorum… Bir insan için ‘sen tutuklanacaksın’ demek çok saçma bir şey! Suçum ne peki? Hiçbir şey yok ortada. Hangi yasayı ihlal etmişim? İşte, memleket o hale geldi ki herhangi bir yasayı ihlal etmeniz, herhangi bir suç işlemeniz gerekmiyor demek ki… Yeni dönemin fotoğrafını yansıtan bir durum bu.

İlk ve tek antibakteriyel klima parfümü 19 TL

SADECE KAHKAHALARLA GÜLÜP GEÇMEK İSTİYORUM

Endişe ediyor musunuz?
Hiç endişe etmedim, etmiyorum. Bu iş şöyle oluyor: Biri diyor ki ‘Sen tutuklanacaksın.’ Sen de dikkate almıyor, ‘Bu çok aptalca bir şey’ diyor, geçiyorsun. Bir daha diyor, gülüp geçiyorsun. Bir daha söylendiği zaman ‘Tutuklayın o zaman, korkmuyorum’ diyorsun… Bu sefer, ‘Korkuyorsun ki böyle diyorsun.’ Peki, diyorsun korkuyorum; o zaman da ‘Ha bak, itiraf etti’ diyor. Böyle bir sersemlik karşısında insan hangi pozisyonda kalacağını da bilemiyor. Sadece kahkahalarla gülüp geçmek istiyorum; aptalca bir şey. Hiçbir suçu olmayan bir insan tutuklanabiliyorsa bu memlekette, beni de tutuklayabilirler. O zaman ‘bekliyoruz’ demekten başka yapacak bir şey yok. Bununla mücadele edilemez.

Oda TV ile ilgili soruşturmada adınızın geçtiği iddia ediliyor. Oda TV’de yazı yazdınız mı?
Önce şunu söyleyeyim: Benim herhangi bir soruşturmada adım geçmiyor. Hayır; yazmadım. Kaldı ki yazsam ne olur! O da ayrı bir hikaye ama yazmadım. Yani bunu diyenler yalan söylüyor. Diyorlar ki ‘Deniz Hakan ismiyle yazmışsın.’ Kardeşim Deniz Hakan diye bir kişi var, bir gazetede yazı yazıyor. O zaman başka isimleri söylüyorlar… Bir kez daha söylüyorum: Yazmadım; yazsam da kime ne?

Reha Muhtar, ‘Oda TV’de siyasi içerikli yazı yazmadım’ sözünüz üzerine öyleyse siyasi içerikli olmayan yazılar yazmış olabileceğinizi yazdı…
Ben de yine ‘seni ne ilgilendiriyor, buradan ne çıkar’ diyorum. Siyasi içerikli olmayan bir şeyi yazsam ne olur, yazmasam ne olur. Zaten ben her gün yarım sayfaya yakın yazı yazan bir adamım. Fikirlerimi ifade edebileceğim bir mecra arayışım yok ki. Yazıyorum, yazarken de fikirlerimi herhangi bir sansüre tabi tutmuyorum. Ne düşünüyorsam onu yazıyorum. Orada başka, öbür tarafta başka yazı yazacak bir adama benziyor muyum ben? Burada her gün iktidarı övüyor; müstear isimle de aleyhinde mi yazıyorum?

AŞIRI UÇLARDA BİR İNSAN DEĞİLİM

Peki, bütün bunlardan sonra, köşenizde yazdığınız eleştirel yazılar için elinizin geri gittiği oluyor mu?
Eğer bu yeni dönemin ön plana çıkardığı tipler, bir eşiği aşmışlarsa yani senin hiçbir suçun yokken sana ‘tutuklanacaksın’ diye tehditlerde, şantajlarda, iftiralarda bulunabiliyorsa sen de kendini artık koyuveriyorsun. Yani herhangi özel bir dikkate gerek yok. Zaten aşırı uçlarda bir insan değilim. Kendimi iktidar karşıtı ya da yandaşı olarak konumlandırmıyorum ki. İktidarın düzgün yaptığı işleri öven, kötü yaptığı işleri eleştiren biriyim. Bu pozisyonumu sürdürüyorum. Eğer eşik buna bile tahammül edemez hale geldiyse yapacak bir şey yok; rahatlamış durumdayım bu açıdan.

SADECE AYIP BULUYORUM SÖYLENENLERİ, YAZILANLARI

Televizyonda bakan konuk aldığınızda da ‘hükümete yaklaşmaya çalışıyor’ diye eleştiriliyorsunuz. Bu durum sizi kilitlemiyor mu?
Aldırış etmediğiniz zaman problem yok, aldırış etmemek lazım. Ben bir bakanı ne madara etmek için ne de ona yalakalık yapmak için konuk ederim. Normal, sorulması gereken soruları soruyoruz, o da cevabını veriyor. Dolayısıyla beni öyle bir çıkmaza sokmuyor bunlar. Sadece ayıp buluyorum söylenenleri, yazılanları.

BU KADAR CİDDİ OLMAK İSTEMİYORUM AMA..

Son dönem yazılarınızda fazla ‘mavra’ yapmıyorsunuz artık; daha bir ciddileştiniz. Neden?
Bunu ben de düşündüm… Bilinçli bir şey değil, gündemdeki tartışma konuları bu ciddiyeti getirdi. Memnun değilim aslında, bu kadar ciddi olmak istemiyorum ama mecburen ciddi oluyorsunuz. Türkiye’deki koşullar beni buraya itti, ben artık ciddi olayım demedim… Artık işin ölçüsü kaçtı. ‘Özgürlükçü, liberal, demokrat’ insanlar bile liberal, demokrat ve özgürlükçü fikirlerin ortaya konmasını yadırgar hale geldi. Biraz bunun sinir bozukluğu var.

Programınızın da tansiyonu yükseliyor. Seçilen konular daha fazla ses getiriyor son dönemde…
Editöryal ekibimizde bir değişiklik oldu. Bu da programa taze kan demek. Onların etkisi var ama ele aldığımız konular da ciddiyeti gerektiriyor.

Hrant Dink davasının sonuçlanmasının ardından çıkışınız da dikkat çekti bam telinize basan neydi?
Pek arşive bakma alışkanlığım yoktur ama Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra ne yazmışım diye baktım… Öldürüldüğü günün ertesinden itibaren o zaman da büyük reaksiyona yol açan ‘hepimiz Ermeni’yiz’ sloganını yazmışım. O reaksiyon karşısında bu sloganın ne anlam ifade ettiğini anlatmaya çalışmışım. Beş sene önce 20-25 yazı yazmışım; bugün yazdıklarımın benzerleri hepsi de. Beş sene önce yapılan bu tartışmalar, Hrant Dink’in öldürülmesinin artık insanlarda, Ermeni kimliğinin bir hakaret unsuru olarak kullanılması gibi meselelerin aşılıp geçilmesine yol açtığını düşündürmüştü… Bugün elektronik postalarda, sosyal alemde yapılan yorumlarda falan gördüm ki halkımızın önemli bir bölümü, bu konularda hala eski anlayışlarını sürdürüyor; beni öfkelendiren, reaksiyonel yapan bu hayal kırıklığı.

YERİM SENİN ÖZGÜRLÜKÇÜLÜĞÜNÜ..

O günlerde yazdığınız başka yazılar referans gösteriliyor, tutumunuzun farklılığına. Örneğin Kemal Kerinçsiz’i övdünüz mü?
Kerinçsiz ile ilgili yazdığım yazının tamamına bakıldığında, övgü değil tam tersi eleştiri olduğu açıkça görülür. Ayrıca Kemal Kerinçsiz ile ilgili yazıyı Hrant Dink öldürülmeden aylar önce yazmışım, sanki Hrant Dink öldürülmüş, ben de o yazıyı yazmışım gibi yazılıyor bugün. Arşivde eşelenirken Kemal Kerinçsiz yazısı bulunuyor ‘Ama sen beş yıl sonra ‘hepimiz Ermeni’yiz’i gündeme getiriyorsun, sıkıysa o günlerde yazsaydın’ deniyor. Hrant Dink öldürüldükten sonra ne yazmışım, arşiv faresi onu görmüyor. İnsan niye buna tenezzül eder, anlamıyorum! Güya özgürlükçü, demokrat adam. Yerim senin özgürlükçülüğünü. Al o yazıyı, köşende yayınla ve sor; Ahmet Hakan, bu yazıda Kemal Kerinçsiz’i övmüş mü? Adamsan, yiğitsen bunu yap! Bunu yapmıyor, aradan cımbızlıyorsun; tıpkı Hrant’ın yazdığı yazıdan cımbızlayarak ‘bu adam Türklere hakaret etti’ diyen Yargıtay savcısı, yerel mahkeme gibisin. Bu ne kadar aşağılık bir tutum! İkinci olarak, Ahmet Hakan, Hrant Dink öldürüldükten sonra 20 tane yazı yazmış, onları da görmüyorsun. Ahmet Hakan, Hrant Dink öldürülmeden önce onu CNN Türk’te ekrana çıkartmış; 301. maddeden yargılandığında kimse onun yanında değilken kendini ifade etmesine bir zemin hazırlamaya gayret etmiş; bunları görmüyor, tutup Kemal Kerinçsiz’i övmüş diye yazıyorsun.

Dink’in ardından ‘bu cinayette örgüt yoktur’ gibi tespitlerde bulundunuz mu?
‘İnşallah örgüt işidir çünkü örgüt işi değilse durumumuz çok daha kötü demektir’ diye bir yazım var. Onun dışındaki yazıların tamamı Hrant’ın Ermeni kimliği, ‘hepimiz Ermeni’yiz’ diyen insanların aşağılanması ve bunun anlaşılmamasına yönelik. Örgüttür veya değildir konularına girmemişim. O tek yazıda da eğer örgüt işi değil de birkaç gencin yaptığı işse o birkaç genç sadece birkaç gençten ibaret değil, toplumda var olan bir nefretin dışa vurumudur. Eğer toplumumuzda böyle bir cehalet, böyle bir nefret varsa işimiz daha zor, demişim. Şunu da söylememiz lazım, örgütler de böyle bir duygu ikliminden cesaret alır. Bir örgütsel bağın varlığı, toplumda böyle bir duygu dünyasının olmadığı anlamına gelmez. Var ki yapıyor. Yani o günkü yazımda ifade etmediğim belki bir eksiklik yani ‘örgüt varsa işimiz kolay’; hayır, örgüt varsa da işimiz kolay değil aslında. Bugün baktığımda onu görüyorum.

İNTERNET DÜNYASINDAKİ GELİŞMELER SAYESİNDE ÇIRILÇIPLAKSINIZ

Çarşamba günü sosyal medya temalı bir toplantıda bulundunuz.
İnternet dünyasındaki yeni gelişmeler, konvansiyonel medya, sosyal medya gibi konularla ilgili tartışmalar açıyorlarmış. Ben de katıldım ve çok yararlandım. İnternet medyasındaki gelişmeler üzerine teorik olarak çok fazla şey bilen biri değilim. Daha çok pratikle ilgiliyim. Orada hem teorisini yapan insanları dinleme fırsatını buldum hem de ben pratikte nerede durduğumu anlattım.

Sosyal medyada durduğunuz yer bana enteresan geliyor. Bambaşka bir Ahmet Hakan var twitter’da, hiç sınırınız yok. Bunun riskleri yok mu?
Günümüzde ‘tanrı yazar’ yani eski, Babıali tipi yazarlar bitti. Burnundan kıl aldırmayan, söz söylenmez benim sözümün üstüne diyen, tekzip yayınlamayan, herkesi eleştiren ama asla eleştiriye tahammül edemeyen yazar tipi demode oldu. Teknik olarak bu mümkün değil. Artık internet dünyasındaki gelişmeler sayesinde çırılçıplaksınız. Mümkün olduğunca apaçık olacaksınız. Savaşınızı, var oluşunuzu apaçıklık üzerinden ifade edeceksiniz. Yeni düzen bunu gerektiriyor. Dolayısıyla böyle bir değişim olmamış gibi, yine burnundan kıl aldırmayan bir adam gibi davranmanın alemi yok. Yeni duruma adapte olmak gerekiyor. Ben sadece yeni duruma adapte olmak açısından değil, kişilik olarak da bu yeni duruma yakınım. Ben zaten şeffaf olmaya, eleştiriye açık olmaya, tekzip yayınlamaya, burnundan kıl aldırmaya meraklı bir adam olduğum için bu yeni durum buna cuk oturdu. O yüzden twitter’da da savunmasız, eşit ilişkiler kuruyor ve bundan rahatsız olmuyorum.

O zaman da Ahmet Hakan bugün Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümünü es geçti, diye eleştirilebiliyorsunuz…
Twitter’da gündemi takip edeyim, bugün günlerden şudur, en önemli madde budur öyleyse bunun üzerine söz söyleyeyim diye bir strateji belirlemedim. Orada yazar olarak, gazeteci olarak, programcı olarak değil de orada bir birey olarak var olmak istiyorum. Bu eleştiriyi yapanlar, bunu ayırt edemeyenler.

Twitter’daki bu açıklığınızı kız arkadaşlar bulma mecrası olarak yorumlayanlar da var…
Öyle mi diyorlar? Ahbaplarım var oradan tanıdığım; insanlarla görüşüyorum, konuşuyorum ama böyle bir mecrayı o anlamda kullandığım iddiası çok saçma. Manasız.

Kadınların bir şekilde size ‘yazdıkları’ kaçınılmaz; iyi geceler öpücükleri, rüyada sizi görmeler… Bunları retweet de ediyorsunuz…
Bana gelen ağır eleştirileri de, böyle öpücük göndermeleri de retweet ediyorum. Burada, bu tür tepkilerle karşılaşıyorum, siz de bunları bilin, duyun diye… Başka bir niyetim yok. Twitter’ın kendine özgü durumundan dolayı, takipçilerimi haberdar etmek için yapıyorum bunu.

TWITTER’DA KADIN-ERKEK ÇOK ARKADAŞIM OLDU, BİRLİKTE SİNEMAYA GİTTİK

Twitter ahbaplarınızla buluşuyor musunuz?
Kadın-erkek çok arkadaşım oldu ve o insanları tanımış olmaktan çok mutluyum. Hep birlikte sinemaya gittik, Gülden Karaböcek konseri dinledik; güzel yani, memnunum.

Tweet’lerinizde çok sık bahsi geçen ‘Peder Bey’, bu yazdıklarınızı biliyor mu?
Bire bir takip etmiyor ama ona söylemişler. Gülüyor; anlayışlı bir insan.

Annenizin çörekleri de meşhur…
Annem de arar; yine ne yazmışsın twitter’da, bak bana söylediler diye. Onlar da eğleniyorlar.

Evlat olarak memnunlar mı sizden?
Ailesine aşırı düşkün biri değilim ama ben her gün temas halindeyimdir. Her gün konuşurum; kararında bir ilgi benimki.

ERGENEKON’UN TARİFİ KONUSUNDA KAFAM GAYET NET

Ergenekon’un tarifi konusunda kafanız net mi?
Gayet net. Ergenekon başı sonu belirsiz bir heyulaya dönüştürülmüş durumda. Nerede başladığını, nerede bittiğini bilmiyoruz. Eğer siz, ‘Ergenekon, Sevgi Erenerol’dur, Veli Küçük’tür, Kemal Kerinçsiz’dir, Ümraniye bombalarıdır, Cumhuriyet’e bomba atılmasıdır, Danıştay baskınıdır’ derseniz; eyvallah, o zaman ben sizinle birlik olur Ergenekon’a karşı mücadele ederim. Ama siz ‘Ergenekon Ahmet Şık’tır, Nedim Şener’dir, Oda TV’dir, Mustafa Balbay’dır. Mehmet Haberal’dır’ derseniz, size bir dakika derim… Orada yokum ben. Hangisini kastediyorsunuz Ergenekon derken? Mustafa Balbay ile siyasi görüşlerimin örtüşmemesi, Haberal ile aynı dünya görüşünü paylaşmamam ayrı şeyler ama ben bu insanların Hrant Dink’in katili olan Ergenekon olduğuna inanmıyorum. Hem Nedim Şener’in, Ahmet Şık’ın haklarını savunmak mümkündür. Hem de Hrant’ı Ergenekon öldürdü demek mümkündür. İkisi arasında bir çelişki yok.

BANA SİLAHLA BOMBAYLA BASKINLA GEL..

Biraz körlerin fili tarifine dönüyor galiba Ergenekon’u tarif…
Evet, tam bunu anlatmaya çalışıyorum. Benim zihnim berrak. Bana, silahla, bombayla baskınla gel, o zaman Ergenekon’a karşı senin yanında mücadele edeyim ama sen bana kitapla, haberlerle, telefon görüşmesiyle gelirsen tabii ki yanında bulamazsın.

DEĞİŞİMİM DÖNEKLİK DEĞİL

Peşinizi bırakmayan ‘dönme’ meselesini de bir kez daha sormak istiyorum… En son üniversiteli gençlerin karşısına çıktığınız televizyon programında o kadar iştiyakla bu soru soruldu ki; sizin İskele-Sancak programınızı yaptığınız dönemde çocuk olan bu gençlerin de siz söz konusu olduğunda sadece bu meselenin üzerine gidiyor olmaları ilginç geldi bana…
Türkiye’de her iktidar döneminde kim güçlüyse anında ona göre hizalanma olduğu için bu dönek sözcüğü çok tutmuş bir sözcük. Dönek dendiğinde, aslında içselleştirmediği halde güç değiştikçe fikrini değiştiren adam anlaşılıyor. Hakikaten böyle insanlar var. 12 Eylül’de Kenan Evren’e selam durur, ardından geçer Tansu Çiller’ci olur, sonra Tayyip Erdoğan gelir Tayyipçi olur… Dönek kelimesi bu nedenle çok tutuyor. Beni durumumu da bu durumla karıştırıyorlar. Ben, 12 Eylül’de Kenan Evren’e, 28 Şubat’ta generallere, ondan sonra Tayyip Erdoğan’a selam durmuş bir adam değilim. Benim değişimim döneklik denilen o antipatik kelimeyle açıklanabilecek bir değişim değil. Derdim bu! Bunu tam olarak anlatamadığımı düşünüyorum.

Aynı gazetede yazdığınız insanların fikirlerinden mesul müsünüz?
‘Eskiden yoktu, iş bu adet yeni çıktı’ diye Ziya Paşa’nın ünlü beyti vardır. Bu da böyle bir saçmalık. Gazeteler artık bir misyon gazetesi haline dönüştüğü için, kitle gazetesi ayrımı hesaba katılmıyor. Niye aynı olsun? Benim yazdığım gazetede fikir anlamında hiçbir ortak bağım olmayan birçok insan var. Niye onun yazdığı yazılardan sorumlu olayım ki? Taraf gazetesinde yazan herkes birbirinden sorumlu mu? Ama işte bu da yeni dönemin yeni adeti…

BİLMİYORUM, NEDEN BEN..

Neden siz, neden sizinle ilgili peki bütün bu konuşulanlar?
Bu soruya cevap verecek durumda değilim. Bunu beni kafaya takan adamlara sormak lazım. Çünkü ‘kıskanıyorlar, çekemiyorlar’ falan gibi magazin ünlüsü diliyle konuşmak istemiyorum. Bilmiyorum, neden ben…

Sizden başka bir de Ertuğrul Özkök var. İkinizin ortak paydanızı söyleyebilirseniz belki neden hakkında fikriniz olur?
Ertuğrul Özkök ile bizim dünya görüşümüz, dünyaya bakış açımız, olayları yorumlama tarzımız aynı değil ki. Gayet ayrıştığımız yönler var. Ben ona itiraz eden yazılar yazıyorum, o bana itiraz eden yazılar yazıyor. Bunu onlara sormak lazım. Niye bu adamları hedef alıyorsunuz? Keşke açıklasalar da biz de anlasak. Diyelim ki, Hırant Dink katledilmiş ben de ‘bu herifi ne güzel katlettiniz’ diye alkışlamışım… Beş sene sonra da doğru yolu bulmuşum. Hesaplaşmasını da yapmışım. Demokrat bir insan bundan memnun olmaz mı? Demokrat bir insan bundan neden rahatsız olur, anlamıyorum. ‘Faşist değilsin diye seni takdir edecek değiliz’ diyor. Kardeşim ben senden takdir beklemiyorum ki. Ben, niye rahatsız olduğunu soruyorum.

GAZETELER SADECE BAŞBAKAN OKUSUN DİYE YAPILMAZ

4 Yüz projeniz de çok eleştirildi. Fehmi Koru, sizi ‘mahşerin 4 atlısı’na benzetti…
Gazeteciliğe yatırım yapmak yerine, yapanlarla ilgili ileri geri konuşmalar yapılıyor. Tamam, biz kötü yaptık; biz dördümüz tek tek insanların karşısına çıkamıyoruz; eyvallah! Hepsine tamam; ama sen de bir şey yap. Yazılı basın alanının artık hızlı habercilik yaparak doldurulamayacağı büyük ölçüde anlaşıldı. Farklı bir şeyler yapman gerekiyor. Biz bunu bulduk, yapıyoruz. Fehmi Koru’da bir şey bulsun, o da yapsın. Gündemdeki birtakım olaylar ve olgular üzerine dört farklı bakış açısını yansıtmak için yapıldı. Okunsun hem de konuşulsun. Konuşulsun derdi, gayri meşru bir dert değil ki. Konuşulacak tabii. Ortaya konulan metin, yapay bir metin değil. Hepimizin kendi görüşleri. Zaten okunsun diye, konuşulsun diye röportajlar yaparız, haberler yaparız, yorumlar yaparız… Derdimiz bu; başka ne derdimiz olacak? Gazeteler sadece Başbakan okusun diye yapılmaz.

http://www.ensonhaber.com/hakan-gazeteler-sadece-basbakan-okusun-diye-yapilmaz-2012-01-29.html

Suçlama var, savcı var, tanık var ama sanık da avukatı da yok


Ergenekon davasının bugünkü duruşmasında davanın tutuklu sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün savunma tanığı emekli Tuğgeneral Ali Esener dinlendi.

Duruşmada Esener’in anlattıklarından daha önemli bir durum vardı.

Esener tanık olarak dinlenirken duruşmada ağır hasta olan Levent Ersöz yoktu.

Sadece bu kadar değil, avukatı olmayan ve halen kendisine avukat atanmayan Ersöz’ün doğal olarak duruşmada avukatı da yoktu.

Kısacası suçlama vardı, savcı vardı, tanık vardı. Ama savunma tarafı yoktu.

Bu da davada yaşananlara bir örnek daha oldu.

Odatv.com

ERGENEKON DAVASINDA ERDOĞAN’IN SARASI DA KONUŞULDU /// CC : @vardiyabizde @BalyozGercekler @rodrikdani


Yalçın Küçük’ün İkinci Ergenekon Davası’nın 39. oturumunda söz alarak yaptığı konuşmanın ayrıntılarını Odatv’de yayınladık. Küçük’ün 2002 yılında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e karşı darbe yapıldığını iddia etmesi ve buna karşı deliller göstermesi çok tartışıldı. Küçük konuşmasında, Ecevit’in hastalığına dair şüpheleri de mahkeme salonunda dile getirdi. Bu konuşma üzerine mahkeme, Başkent Üniversitesi Hastanesi’nden Ecevit’in hastane kayıtlarını istemişti.

Park Fora’da ne konuşuldu

Ancak Yalçın Küçük’ün ses getiren açıklamaları bununla da bitmedi. Küçük konuşmasında Ergenekon İddianamesi’ne giren bir yemekli toplantıyı anlattı.
Temmuz 2007 seçimleri öncesinde Park Fora’da dönemin DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ve yardımcısı Timur Gürgan, o dönem Hürriyet Gazetesi Ankara temsilcisi olan şu anda genel yayın yönetmenliği görevini yürüten Enis Berberoğlu, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, gazeteci Yiğit Bulut ile bir araya geldiklerini söyledi.

İddianameye 14 Şubat 2007 tarihi ile giren bu yemek ile ilgili mahkeme hayetine şu soruyu sordu: “Madem teknik takip yapılıyor, bu yemekte konuşulanlar neden iddianameye girmedi, ben bu konuşulanları da istiyorum” dedi. Küçük’ün sorusu sessizliğe neden oldu.
Yalçın Küçük bundan sonra yemekle ilgili ayrıntıları verdi.

Yiğit Bulut işlerimi görüyordu

Küçük, önce Yiğit Bulut ile ilgili önemli bir bilgi verdi. Anlattığına göre Yiğit Bulut bir dönem Yalçın Küçük’ün çalışmalarına yardımcı oluyordu. Bulut’un kendisinin işlerini gördüğünü, görüşmelerini yaptığını söyleyen Yalçın Küçük, Park Fora’daki yemeği de Yiğit Bulut’un organize ettiğini söyledi.

Yemekte konuşulanlar

İşte Yalçın Küçük o andan sonra herkesin merakla beklediği konuşmaları anlattı. Yemekteki konuları beş maddede özetledi:

1. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın epilepsi (sara) hastalığı, hastalığın hangi düzeyde olduğu ve görevini yapmasını nasıl etkilediği

2. Erdoğan’ın oğlunun askerliğe gitmemesinin bu hastalık ile ilgisi

3. Başbakan Erdoğan’ın yedek subaylık yapıp yapmadığı

4. Üniversite diplomasının olup olmadığı

5. Seçime giderken Musul meselesinin geleceği. (Küçük konuşmasında, yemeğin gerçekleştiği dönemde Mehmet Ağar ile Musul meselesi konusunda paralel düşüncelere sahip olduklarını da ekledi)

Herkesin şaşkınlıkla dinlediği açıklamada Yalçın Küçük, bu yemekte konuşulan konuların Erdoğan’ı rahatsız edeceği gerekçesi ile iddianameye konmadığını söyledi. Konuşmasında sara hastası olmanın ayıp olmadığını ancak buna rağmen basının önemli büyük bölümünün bu hastalığı sakladığını hatta saklamak için çaba sarfettiğini iddia etti. Hastalığı bilen gazetelerin buna rağmen “fıtık” yazdığını anlattı. Yalçın Küçük, Ecevit’in hastalığı döneminde Ecevit’in görevi bırakması için kampanya yapan basınının Erdoğan söz konusu olunca uyguladıkları sansürü eleştirdi.

Yalçın Küçük konuşma sırasında mahkeme heyetine yine bir gazete haberi sundu. Küçük, 6 Şubat tarihinde Milliyet Gazetesi’nin Ankara ekinde “Caligula ve Tekel işçileri” üzerine yazılan yazıyı gösterdi. Haberde Erdoğan’ın Roma İmparatoru Caligula’ya benzetildiğini, kendisinin Erdoğan’ı Caligula’ya benzettiği “Caligula-Saralı Cumhur” kitabı ile gazete haberi arasında benzerlik olduğunu söyledi.

Her iki lider de biliyor

Küçük, Yiğit Bulut’un hem Devlet Bahçeli’ye hem de Deniz Baykal’a bu hastalığı anlattığını, her iki liderin de hastalığı bildiğini söyledi. Bahçeli ve Baykal’ın başbakana sık sık yaptıkları “hasta” imasını örnek gösteren Küçük, liderlerin hastalığın adını söylemediğini ifade etti.

Yalçın Küçük, Başbakan Erdoğan’ı konuşmasında bir konuda takdir de etti. Küçük, Erdoğan’ın iddialara rağmen bir kez bile “epilepsi değilim” ya da “üniversite diplomam var” açıklamasında bulunmadığını, bu konuda dürüst davrandığını söyledi.

Yiğit Bulut çok korktu

Küçük, bunun dışında medya dünyasında herkesin dikkatini çeken Yiğit Bulut’un dönüşüm hikayesini anlattı. Bulut ile o günlerde çok yakın olduklarını ifade eden Yalçın Küçük, Aydın Doğan’ın akrabası olan Bulut’un, Doğan’ın konuşmalarını kendisine anlattığını söyledi. Park Fora’da yapılan yemekli toplantının ortaya çıkması sonrası Yiğit Bulut’un kendisinin de gözaltına alınacağını düşünerek çok korktuğunu, 3-4 gün teknesinde kaldığını hatta yurtdışına çıkmayı düşündüğünü söyledi. Küçük’ün anlattığına göre Yiğit Bulut hapisten kurtuluşu “bambaşka bir Yiğit Bulut” olmakta buldu. Kısa sürede fikir değiştiren Yiğit Bulut, herkesi şaşırtacak derecede hükümet destekçisi oldu. İlk iş olarak da Yalçın Küçük’e ve onun tezlerine saldırdı.

Barış Terkoğlu

Odatv.com

NAZLI ILICAK : Oda TV ve Ergenekon /// CC : @notredamedesion @vardiyabizde @BalyozGercekler @rodrikdani


Soner Yalçın’ın mektubundan birçok meslektaşımız söz etti. O mektup bana da ulaştı. Böylece, Oda TV davasının da, Ergenekon davasıyla birleşmek üzere olduğunu öğrendim. Baştan beri, bütün davaların 13. Ağır Ceza’daki Ergenekon’la birlikte ele alınmasına karşıyım. Meselâ, bu yüzden eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, *terör örgütü lideri *sıfatıyla yargılanıyor. Oysa darbe teşebbüsünde bulunmak, hatta daha doğrusu, hükümeti yıpratıcı fiillere öncülük etmek, yani görevini kötüye kullanmaktan dolayı sanık sandalyesine oturtulabilirdi.

O zaman, muhtemelen Anayasa Mahkemesi, yani Yüce Divan yetkili olurdu. Aynı şeyi, İnternet Andıcı’nı hazırladığını ileri sürdüğümüz askerler için de söyleyebiliriz. Yargı mercii Yüce Divan olmamakla birlikte, onlara isnat edilen suç, Ergenekon üyeliğinden ziyade, "*siyasete müdahale*" kapsamında ele alınabilirdi.

Gene Oda TV’ye dönersek… Yayınların, Ergenekon’un talimatıyla yapıldığı ileri sürülüyor. Ama bu irtibatı gösteren bir bulgu bildiğim kadarıyla yok. Oda TV çalışanları, Cemaat ya da hükümeti yıpratmak gayesiyle kitap yazdırmış olsalar dahi, Ergenekon irtibatının somut biçimde gösterilmesi gerekmez mi? Üstelik TÜBİTAK’tan yeni bir rapor beklenirken, niçin davanın Ergenekon’la birleştirilmesi adımları atılıyor? Hele de, tutukluluk devam ederken…

Ergenekon denilen yapının *darbeye zemin hazırlamak *ya da *hükümeti yıpratmak *maksadıyla psikolojik harekât elemanı olarak medyadan, sivil toplum örgütlerinden istifade ettiğini biliyoruz. Ama bu işbirliğinin somut kanıtlarının ortaya konulması lâzım. Bir internet sitesinin muhalif yayınları, hatta iftira mahiyetindeki haberleri olabilir.

Buradan yola çıkarak Ergenekon’la işbirliği yaptığı hükmü verilemez. Oda TV davasını Ergenekon kapsamına almak, yargılama süresini hem uzatacak, hem de kararı daha tartışılır hale getirecektir.

Gerçekleri Mümtaz İdil Yazdı /// CC : @mumtazidil @aiklimbayraktar


Medya Mahallesi başlamasına başladı, ama tuhaf başladı. Akif Beki’nin de programa dahil olması, Ayşenur Arslan’ın iki de bir “ben size muhalifim” deme ihtiyacını yaratıyor. Sanırsınız ki, Akif Beki ile aynı programı paylaşmaktan rahatsızlık duyuyor. Oysa rahatsızlık duymak, o kişiyle program yapmamaktır.

Neyse, konu bu değil. Konu; Ayşenur Arslan Odatv davasının bir gazetecilik davası olduğunu savunurken, Akif Beki’nin de bu işin içinde bir iş olduğunu, Odatv’nin tetikçilik yaptığını söylüyor olması.

Durum böyle gider ve körler sağırlar birbirini ağırlar rehavetiyle sürerken, ansızın Akif Beki, İklim Bayraktar olayını ortaya atarak, konuyu ekseninden yüz seksen derece saptırıyor. Ayşenur Arslan bu oyuna gelmiyor önce. Deniz Baykal ve İklim Bayraktar olayının bu dava ile hiçbir ilgisi bulunmadığını, “kenar süsü bile değiller” sözleriyle anlatıyor.

Amaç Odatv olarak görünse de yine İklim Bayraktar üzerinden vurulmaya çalışılıyor. Şimdi gelelim sadede…

Artık İklim Bayraktar olayındaki haksızlıkları anlatmaktan yorulmuş biri olarak şunu kaydetmeliyim: İklim Bayraktar emniyette ve savcılıkta ifade verdi, mahkemede savunma yaptı ve hiçbirinde “beni Odatv gönderdi” demedi.

En önemlisi de İklim Bayraktar da bu davanın diğer sanıkları gibi Ergenekon terör örgütü üyesi olmaktan yargılanıyor. Yani Deniz Baykal meselesinden yargılanmıyor.

Yeniden o günlere dönmenin anlamı yok. İsteyen iddianameye, ek delil klasörlerine ve savunmalara bakar, öğrenir. Hatta İklim Bayraktar ile Barış Pehlivan’ın ek klasörlere yansıyan telefon konuşmasında, Barış Pehlivan’ın, Gürsel Tekin ile Deniz Baykal meselesini görüşmeye gittiğini öğrendiğinde “keşke önce bize söyleseydin,” cümlesine karşılık Bayraktar’ın, “Bu özel ve kişisel bir mesele, Odatv’yi ilgilendirmez” dediği telefon tapelerinde var.

Olaylar medyada defalarca ele alındı ama kimse İklim Bayraktar’a tek bir soru bile sormadı.

Bu aslında “boyalı basının” işine geliyordu. Bir “tuhaflık” yaratılıp, bu tuhaflığın çevresinde asıl olayların gizlenmesi hedeflenmişti. Bu öylesine açık bir durumdu ki, Odatv bile bunu geç fark etti.

İklim Bayraktar’ın yaşadıklarının çoğunda yanındaydım. Olayların nasıl geliştiğine de tanık oldum. Bu nedenle de hakkında en çok yazı yazan da ben oldum. Bu yüzden eleştirildiğim, dışlandığım da oldu. Ama doğru bildiğimi yazmaktan geri kalmadım.

Eğer İklim Bayraktar, gözaltına alınıp on bir saat sorgulamanın ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığında, Odatv ona sahip çıksaydı, kimsenin hedef şaşırtma olanağı olmayacaktı. Çok basitti olay: İklim Bayraktar’a, Soner Yalçın’ın avukatlar ordusundan biri durumun ne olduğunu soracaktı. Açıkçası, Bayraktar’ı işe alan biri olarak bunu ben de beklerdim. O zaman Bayraktar büyük bir açıklıkla gözaltında ve sorguda olanı biteni anlatacak ve Odatv de İklim Bayraktar üzerinden“hedef” olmayacaktı.

Çünkü olayın hemen ardından medyaya yansıyan köşelerde ve haberlerde “Varan-2” başlıkları da kullanılarak, Bayraktar’ın Deniz Baykal’a Soner Yalçın tarafından komplo için gönderildiği bile iddia edildi.

Kimse Bayraktar’a söz hakkı vermediği için, Bayraktar ne kadar çırpındıysa da, “böyle bir komplo asla söz konusu değil” diye yırtındıysa da dinletemedi. Medya öyle bir kaos yarattı ki Odatv bile bu rüzgarın etkisinde kaldı ve Barış Pehlivan İklim Bayraktar hakkında çok ağır bir yazı yazdı.

Aynı yazıyı İklim Bayraktar yazsaydı, çok farklı bir tablo çıkacaktı ortaya.

Ama Odatv olaya hakim olamadığı için medya bunu kullanmayı daha uygun buldu; Ortada bir günah keçisi vardı, üstelik kendi çalıştığı yerden de dışlanmıştı…

Artık ortada bir ajan, olayın içinde bir komplo, açığa çıkarılmamış bir durum olduğu öne sürülecekti.

Ancak, işin içinde ne bir komplo bulundu ne de ortada bir Mata Hari vardı.

Konu halının altına süpürüldü ve “muallak” bölümü açık tutuldu. Ne zaman CHP veya Odatv veya başka bir odak söz konusu olduğunda kullanılmak üzere bir İklim

Bayraktar kartı yaratıldı. Unutulmaya yüz tutan hangi olay olursa olsun, geçerli bir karttı bu.

Zira, İklim Bayraktar’dan AKP de, CHP de, Odatv de, medya da, olayları gazeteden izlemekten başka çaresi olmayan halk da uzaklaşır hale getirilmişti. Tabi bu kadar çok olumsuzluğa hedef olan birinin üzerinde oynamak kolaydı, ama akılcı bir açıklama getirmek zordu. Mevcutlar içinde “bu kadının” arkasında duran, kayıran, gözeten kimse yoktu.

Bunu kimse irdelemeye kalkmadı. Bir günah keçisinin ellerinin altında bulunması bu işe yüzeysel bakmaya eğilimli herkesin birinci dereceden silahı olmuştu.

Asıl tehlikeli olan da buydu zaten.

İnsanlar sözlerine, “henüz açığa çıkarılmamış, muallak bir olay” diye başladıkları bu olaydan bir tek kişi karlı çıkmıştı: Deniz Baykal…

Bunu kimse göremedi. Veya gördü, ama ses edemedi.

Görünmeyen başka bir nokta da şuydu: İklim Bayraktar olayı tamamen ortadaydı. Çıplak bir gerçek olarak. Ama insanlar bunu “gizemli” bir hale sokarak, buradan bazı yerlere saldırmayı uygun buldular. Ortada bir karmaşa yoktu. Olayın mağduru, “beni taciz ettiler” diye sokaklara fırlamamıştı. Öyle yapmış gibi davrandılar.

Konunun derinliğine girmeyi, yani bu işte neden bir günah keçisi yaratıldığının altında neler yattığını araştırmayı düşünmediler. İşlerine gelmiyordu.

Kavga tek taraflıydı nasılsa. Mağdur olanın sesini yükseltebileceği bir yer yoktu. Daha önce onlarcası görülen olaylarda olduğu gibi iş gizemini koruyarak tarihin çöplüğüne atılacak, zamanı geldiğinde de ısıtılıp gündeme getirilecekti. Yapılan da budur zaten.

Ama kazın ayağı öyle olmadı.

İklim Bayraktar yılmadı ve mücadele etti. Kendini kitabıyla, yazılarıyla, açtığı onlarca davayla savunmaya devam etti.

Yine de yetmedi. Bu işi sürdürmeye çalışan ve altında Mata Hari arayan kitleler sürekli gündeme getirmekten keyif alacaklar gibi.

Bu önüne geçilmez bir hırs, ama aynı zamanda müthiş bir korkaklıktır.

Yazar : A.Mümtaz İdil

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!