Dış destekli bölücü ve terör olaylarının zaman zaman ivme kazandığı günümüzde, Irak üzerinden salınan PKK militanlarına karşı yürütülmesi ön görülen operasyonlar sürekli olarak gündeme gelmektedir.
2000 yılına kadar 15 seneden fazla süren harekat sonucu bölücü terör, TSK. tarafından sıfır noktasına getirilmiş iken, müteakip safhada AB normları ve birtakım kriterler gerekçe gösterilerek peş peşe çıkan aflar, eve dönüş yasaları,güvenlik güçlerini acze düşürerek savunma reflekslerini etkisiz hale getiren yasal uygulamalar, umut edilen sonuçları sağlamadığı gibi, konuyu tekrar başa döndürmüştür… Bu gün peşe peşe toprağa verilen şehitlerimizin gerisinde bu munkabız siyasi anlayış yatmaktadır.Başa dönüşe neden olan olaylar serisinde ülkenin güvenlik açısından hukuk yapısı pasivize edilmiştir. Daha önceden de olduğu gibi, legal örgütlenme, legal propaganda ve legal eylem safhaları tekrar uygulandıktan sonra, şimdi de illegal örgütlenme, illegal propaganda ve illegal eylem düzlemine gelinmiştir. Halen psikolojik harekatın silahlı propaganda safhası, PKK tarafından bu istikamette güncelleştirilmektedir.!!!Devam eden süreçte, legal yapıdaki yandaşlarının ise, BMM. yer almaları bu durumda sürpriz olmamıştır!
Bir şiddet veya terör olayının periyodlarına bakıldığında, bunun bir takım çevreler tarafından hileli bir yönlendirme mi? Yoksa toplumun yapısından kaynaklanan ve kendiliğinden şekillenen bir olay mı? olduğu konusu , oluşumun sosyal içeriğinde yansımaktadır…Bu süreç, Türkiye’de toplumsal olmayıp dış destekli ve manüple bir olaydır!!! Türkiye işgal gücü konumunda yabancı bir coğrafyada işgalci olmayıp kendi coğrafyasında ulusal bütünlüğü ve milli varlığına yönelik saldırılara karşı mücadele vermeye mecbur bırakılmıştır.
Günümüzde cephesi olmayan bir savaş dönemine yöneldiğimiz artık yadsınamayacak bir durum göstermektedir.Yakın geçmişte ise, ABD’in soğuk savaş döneminde ideolojik temelde hedefleri içinde ön gördüğü husus, coğrafyanın belli bölgelerini kontrol ederek, hasmın muhtemel harekat tarzlarını engellemeyi amaçlamış olmasıdır…Bu bağlamda da çatışma alanları KORE ve sonra da VİETNAM olmuştur… Konu güncelleşen hali ile de halen AFGANİSTAN ve IRAK COĞRAFYASI üzerinden dolaylı şekilde BOP sürecinde SURİYE ‘ye uzanmış olup, gelişmelerin tümü anılan BOP projesinin evrelerinde şekillenmektedir…
Giderek asimetrik savaşın özellikleri, bilinen askeri kuralların önünde yer almasında izlenmektedir.Ufak ülkelerin, ABD gibi büyük güçlere karşı imkanları ise, sınırlı kalmıştır…. Güçlü ülkelerin geniş imha silahlarına mukabil hedef ülkeler, coğrafyanın her yönünü olduğu kadar piyasa ekonomisinin de istikrar isteyen yapısını tahribe yönelik modellere yönelecek gibidir…Bu sürecin, değişen koşullara göre farklı bir savunma refleksi içinde yer alması da muhtemeldir… Vietnam, Afganistan ve Irak örneklerinin ayrıca bu açıdan dikkate alınmasında yarar vardır. Diğer ifade ile, düşük maliyetli silah sistemleri ile, büyük maliyetli saldırı ve işgal güçlerine karşı vur kaç takdikleri ile, yıpratma modelleri içinde süreç sürmektedir…
Vietnam’da yaklaşık 330.000 km2 bir alanda 60 milyonun üstünde bir nüfusun yarısının güney bölgesinde olmasına karşın, ABD Vietkong ve Kuzey Vietnam örgütsel yapısına kayan kesimini kontrol için birkaç bin kişilik müşavir kadrosu ile geldiği bu ülkeden 543.000 kişi olarak 1972 Aralığında ayrılmak zorunda kalmıştır.
Kuzey Vietnamlılar işgal sürelerinde dünyanın en güçlü ordusuna karşı asimetrik savaşın cangıl yapısındaki bir arazi kesiminde ilginç mücadele metotları geliştirmişlerdir. Hemen hemen her bölgede geniş bir cephe oluşturmadan, ABD güçlerinin gerisine sızmalar, orman koşullarının imkanlarında yararlanmalar, iskan bölgelerinde terör amaçlı bombalama eylemleri, gerektiği ortamlarda iskan alanlarında ev ev çatışmaya girmeleri, ABD askerlerinin ölülerini ve yaralılarının ülkelerine gönderilmelerini ayrıca bir propaganda aracı haline getirilmesi, uygun ortamlarda aynı anda bir çok bölgede eyleme geçerek ABD güçlerini farklı bölgelere kaydırılmasının sağlanması, uyguladıkları stratejinin bölümlerinde izlenmiştir.
ABD. Kuvvetlerin Komutanı General Westmoreland, Kuzey Vietnem güçlerini açığa çekerek bu kuvvetleri kesin sonuçlu bir muharebeye zorlamaya çalışmışsa da bu konuda başarılı olamamıştır!!!
Kuzey Vietnam güçlerinin inatçı savunma modelleri içinde sürdürdükleri yıpratma harekatının sonunda ve bölgelerinde gereken kontrolleri sağladıktan sonra iskan bölgelerine sızdırılan ajanları aracılığı ile, işbirlikçileri ortadan kaldırdıkları görülmüştür….Genelde Vietkong ve kuzey Vietnam birliklerinin geceleri ufak bağımsız birimler halinde ve üniformasız olarak iskan alanlarına sızdıkları izlenmiştir. Bireysel saldırılarını, evlerin pencerelerinden, kalabalıkların içinden otomatik silahlar ve havan topları el bombaları ile, sürdürmüş ve ABD güçlerini cangıl muharebelerinin ötesinde iskan alanlarında da muharebeye mecbur etmiştir….. Harekatın seyri içinde, “önce Güney Vietnem askerlerini, hükümet görevlilerini, Amerikan sempatizanlarını ve özellikle de yabancıları hedef aldıkları, ayrıca doktorların, papazların ve öğretmenlerin de bu hedefler içinde oldukları görülmüştür… “Vıctor Hamsom Batı Neden Kazandı.sf..324”
Kuzey Vietnam ve Vietkong birliklerinin kesin zafere götüren harekatında sonuca giden saldırıları, 31 Ocak’ta …(Tet ateşkesini bozduklarında )…”80 binden fazla askerle Saygon, Quantgtri, Hue, Da Nang, Nha Trang,Quinhon, Kantum, Banmethuat, My Tho, Ben Tre şehirleri ile birçok iskan bölgelerinde ani olarak yaptıkları baskınlarında yoğunlaştırılmıştır!”… Bu saldırıların sonucu ise ,savaşın kaderini tayin etmiştir…”Vıctor Davıs Hanson Batı Neden Kazandı sf. 328”… Uzun süren yıpratma ve gerilla savaşından sonra kesin sonuç baskınla alınmıştır…Tet saldırısından sonra da ABD Vietnam’daki yarım milyona ulaşan kuvvetlerin çekmek zorunda kalmıştır!…
Konuya Irak cephesinden bakıldığında,Irak Savaşının bir gereklilik olmadığını bunun sadece bir tercih olduğunu, bu savaşın aynı zamanda kibrin ve cesaretin, ileri teknoloji sihirbazlığının ve kültürel cehaletin bir öyküsü olduğunu Michael R. Gordon Kobra II adını verdiği kitabında belirtmektedir..Sf.33, 34
Saddam’ın devrilmesinden bu yana geçen süre dikkate alındığında, Irak topraklarında sürdürülmekte olan direniş halen Vietkong’un mücadelesi paralelinde olduğu gibi Irak’ta da asimetrik olarak iskan alanları içindeki saldırılarla devam etmektedir. Her ne kadar ülke Süni, Şii, ve Kürt bölgeleri üzerinden demografik olarak ayrıştırılmaya çalışılmakta ise de bireysel saldırıların iskan alanlarında ve ABD ile işbirliğine yönelen hedefleri de içine alacak şekilde Şii, Süni ayrışmasının ötesinde bir seyir takip etmekte olduğu da görülmüştür….
Irak ordusunun Saddam döneminde Cumhuriyet Muhafızlarının ağırlıklı olduğu hatırlardadır. Bu dönemde, Irak ordusunun ,daha ziyade klasik bir kuruluş yapısından ötede HÜCRESEL olduğunu da Michael R. Gordon kitabında ifade etmektedir…sf.141
Bu hücresel kuruluşun bu günkü direniş yapısında önemli ölçüde etkili olduğunu da ifade etmek gerekmektedir. Bu örneğin Suriye ordusu yönünden de değerlendirilmesi gerekmektedir… Bilindiği üzere, Irak yaklaşık 450.000Km2 bir yüzölçümüne ve farklılıklarına rağmen 20 milyona yakın bir nüfusa sahip bulunmaktadır… ABD bölgeye 141 bin kendi askeri ve 7200 İngiliz olmak üzere 16.000 kişilik koalisyon gücü ile gelmiştir…Geçen süre içersinde ortaya çıkan blanço hatırlandığında Irak çoğrafyasında etnik ve inanç farklılıkları, bunlar arasında yarattığı çatışmalara rağmen ülke genelinde bir kontrol sağlanamamıştır…Esasen İngiliz kuıvvetlerinin Blair sonrası bölgeden çekilmesi ve diğer koalisyon güçlerinin de aynı istikameti izleyeceği açıklık kazanmıştır…
Blair ve İsrail patentli, neo-conların politikaları küresel düzeyde ABD karşıtlığını ve bu ülkeye olan güvensizliği de her geçen gün daha da arttır hale gelmiştir…
Bu bağlamda ,Orta Doğu’da gelinen noktada,Türkiye ile Suriye arasında tırmandırılan gerginliğin, sıcak çatışma safhasına kayması ve Türkiye’nin bir satranç körlüğü ile Suriye’ye girmesinin muhtemel seyrinin belirtilen örnekler içinde çok iyi değerlendirilmesi de gereklidir….
Diğer yönden,ABD. Bölgede petrol kaynaklarını ele geçirmiş, petrol satışlarını tekrar dolara çevirmişşe de, petrol fiyatlarının artması Chavez’e, İran ve RF gibi petrol üreticisi olduğu kadar ABD karşıtı olan ülkelere ekonomilerini güçlendirecek imkanları da sağlamıştır. Ayrıca, ABD’nin BOP kapsamında 22 ülkenin hudutlarının değiştirileceğine ilişkin BM. Antlaşması ile bağdaşmayan ifadeleri, gerek ABD ne ve gerekse, BM. Geleceğinin tartışılır hale getirmiştir…Bu kapsam da NATO gibi ittifak bağlarında ayrıca şüphelerin doğmasına neden olunmuştur!!!
ABD. finans üzerinden yürüttüğü, finansal kontrol politikalarına karşı, AB.de kendi para birimi oluştururken bunun dışında da Asya Pasifik Bölgesinde ayrıca yeni bir para birimi üzerinden ön görülen hedefler, ilerisi için ifade edilir hale gelmiştir.Bu süreç, küresel görüşlere karşı ayrı bir ayıraç ihtimalini korumaktadır. Ayrıca, ABD arka bahçesi olan Latin dünyasında başa oynayan Chavez’in Latin Amerika Birliği ve IMF alternatifi Güney Amerika Bankası kurulmasına ilişkin hedefi de dikkate alındığında, bu konunun da dikkatle izlenmesi gerekmektedir… AB.uygulamasını takiben Asya Pasifik para biriminin de ileride gerçekleşmesinden sonra, Latin Amerika da benzer bir uygulamayı başardığı takdirde ABD ‘nin dolar üzerinden yürüttüğü tek kutuplu dünya stratejisinin bütünü ile çatlaması söz konu olacaktır…” …Doların dünyanın tek gerçek ihtiyat akçesi olarak kalma kabiliyeti birden bire sona erebilir… Immanuel Wallesstein. Amerikan Gücünün Gerileyişi sf. 257”… Venezuela, Peru, Arjantin, Bolivya, Nikaragua,,Küba ,Brezilya’da giderek artan ABD karşıtlığı üzerinde, son zamanlarda Bush’un dünya genelinde ortaya koyduğu güvensizlik politikalarının etkisi önemlidir.… Konu, piyasa ekonomisi kapsamında, farklı rezerv para alanlarına kayması kadar, BM. Teşkilatının da, ayrıca son güvensizlik politikaları dikkate alındığında, bu kuruluşun da yeni bir yapılaşmayı zorlaması ihtimaller içinde yer alabilecek gibidir!!!…
RF ve Çin’in olduğu kadar, Latin dünyasının ABD karşıtlığı , Irak harekatı sonrası bu ülkenin geliştirdiği güvensizlik politikalarının dünyadaki yansımalarının sonucu olmuştur. Başkan Bush’un Latin Amerika’da 8 Mart ila 14 Mart 2007 tarihleri arasında Brezilya, Uruguay, Kolombiya, Guatemala’ ya yaptığı gezilerden bir sonuç alamadığı izlenmiştir…Ayrıca, Putin’in Munih görüşmesi sonucunda ABD ye verdiği mesajda da aynı güvensizliğin yansımasını görmek mümkündür. Gelişmeler, ABD’in İkinci Dünya Savaşından sonra BM çatısında oluşturduğu güvene dayalı milletler topluluğunun, (BM) aynen birinci Dünya savaşından sonra oluşturulan Milletler Cemiyeti teşkilatının içine düştüğü durumunu anımsatmaktadır…Önümüzdeki yıllarda, bu politikaları sürdüğü takdirde, ABD karşıtlığı içinde şekillenecek ortamda Asya Pasifik merkezli yeni bir BM. Yapısında ülkelerin bir araya gelmeleri de şaşırtıcı olmayacaktır. Bu itibarla Irak Savaşı, sadece bölgesel bir sorun olmayıp siyasal sonuçları itibariyle de Vietnam Savaşından farklı olarak küresel düzeyde TEK KUTUPLU dünya anlayışının finansal hedefleri kadar BM. Yapısının da kaderini ve geleceğini etkileyecek sosyo politik ve sosyo ekonomik bir sonucu zaman içinde ortaya çıkaracak gibidir!!!
Bir diğer anlatımla, tarih zemininde konu değişik açıdan örneklendiği takdirde, 1956 Macar ayaklanması ile, 1968 Çekoslovak ayaklanmaları hatırlandığında, dünya genelinde ve sosyalist çizgideki ülkelerde konunun bir Sovyetleştirme hedefini içerdiğini görülmüştür…Bu süreç Avrupa komünizminde çatlamalara neden olmuş ve Moskova merkezli Sovyetleştirme modeli karşısında sosyalist ülkelerde geniş tedirginlik yaratmıştır….Benzer şekilde bu defa da, ABD. yapay ve gerçeği yansıtmayan gerekçelerle demokrasiyi ve özgürlükleri getiriyorum iddiası ile bir ulusun geleceğini ve varlığını yok etme noktasına gelmiş, iddia ettiği nedenlerin de hiçbir şekilde gerçekle ilgisinin olmadığı ne Irak örneğinde ne de BOP sürecindeki uygulamalardan anlaşılmıştır… Sovyetlerin saldırgan politikası ne şekilde sosyalist dünyada güven ve inanç birliğini sarsmış ve kendi içinde bölünmelere neden olmuşsa, aynı şekilde de ABD.nin zorbalığa kayan demokratik(!) görüntülü politikaları hür ve bağımsız dünya ülkeleri arasında, bu ülkenin,gizli emellerine karşı güvensizliğin doğmasına neden olmuştur…Özetle, bilinen özgürlüğü ve demokrasiyi tanımlayan bütün kavramların içlerinin birer birer boşaltıldığı ve bunlara farklı anlamların yüklendiği ve konunun psikolojik savaşın araçları olarak kullanıldıkları izlenmiştir!!! Bu nedenledir ki, söz konusu süreç ileride dünya genelinde yeni bir güvene dayalı birlik ihtiyacının doğmasına ve bunun da muhtemel sonuçlarının BM’ne yeni bir veçhe verilmesine neden olabilecektir!!!
ABD içine çekildiği Irak ve daha sonra da Afganistan kaosundan çıkmanın arayışları yanında bölgede dengeleri bozan siyasal yapılaşmanın kaderi konusunda ayrıca, içinden çıkamayacağı bir konuma gelmiştir. Bir taraftan ülke içinde yandaş iktidarı kollarken, diğer yönden de İsrail’e stratejik destek sağlaması konusunda ki politikası yanında Kuzey Irak oluşumunun geleceği bakımından da ortaya çıkardığı açmazlarıdır. Türkiye açısında asla kabul görmesi mümkün olmayan bu süreç NATO içinde ABD ile ilgili güvensizliği de had safhaya taşımıştır. Bu konu her ne kadar ifade edilmiyor gibi görülse de gerçekte ip kopmuştur.Kopuk,düğümlenmeye çalışılmakla beraber bu düğüm bundan sonra her zaman ele gelecektir!!!
ABD Irak’ta konuşlandırılmış bulunan kuvvetlerini mevcut gelişmelere göre azaltmasına gidilmiştir…. Esasen 2006 yılında James A. Baker ve Lee H. Hamilton tarafından düzenlenen raporun içeriği de hatırlardadır. Bu konuda ABD’nin 141.000 askerinin olduğu koalisyon güçlerinin de 16.000 civarında bulunduğu bunun 7200 İngiliz birliklerinden oluştuğu yukarıda ifade edilmiştir. ABD’nin işgal süresi içinde Irak’taki mahalli güçlerin genel toplamının da 326.000 kişiden oluştuğu da anlaşılmaktadır. Bu güçlerin 138.000 Irak muvazzaf birliklerinden olduğu, “188.000 kişini de Irak Polis teşkilatında yer alacakları” raporda belirtilmektedir…( Bu rakamlar son durumu itibariyle arttırılmış olarak görülüyor.)…Bunun dışında Kuzey Irak bölgesinde 100.000 kadar peşmerge gücünün de yer alacağı ifadelerde yer almaktadır… Rapor kapsamında geçen süre içinde ABD kayıplarının ölü 3.500, yaralıların da 25.000 civarında olduğu da görülmüştür.. Bu miktar asıl muharip unsurların Irak’tan tahliyesine kadar sürmüştür…..
Özetle, Irak iç güvenliğinden yeni düzenlemeye göre bu güçler sorumlu olacak gibi görülmekle beraber, Irak Ordusunu teşkil eden unsurların muharebe kabiliyetleri kadar moral durumlarının da yetersiz olduğuna ilişkin görüşler de vardır…Esasen Irak’ta süre gelen bombalı saldırılar karşısında bu güçlerin yetersiz kaldıkları da ayrıca izlenmektedir..
Yabancı basında çıkan haberler de hatırlandığında, ABD Irak’tan çekilmesi gerçekleşmiş olsa bile, Washington’un gözetiminde Kürt bölgelerinde 4 askeri üs oluşturacağı bunların Dohuk, Erbil, Süleymaniye, Tayara da olacağı, diğer üslerden birinin Kerkük bölgesinde, bir diğerinin güneyde Talil’de, batıda ise, El Esad’da, Merkez de de Balad bölgesinde oluşturulacağına ilişkin yorumlar hatırlanacaktır… Bu üslerin tamamlanmasını takiben de Baker planı kapsamında ön görülen çekilme sürecinin başlayacağı tahminlerde yer almıştır…..Son duruma göre de uygulama bu görüşe uygun olarak şekillenmiş gibidir…
Bu konuda önemli olan ABD asli muharip kuvvetlerinin çekilmesini müteakip söz konusu üslerde kalacak olan birliklerin güvenliğinin ne şekilde sağlanacağıdır…. Irak, görülen bölünmüş yapısına rağmen kaynayan kazandır. Bir askeri üs, ancak dost ve müttefik ülke topraklarında güvenliğini sürdürme ve fonksiyon icra etme yeteneğine sahip olabilir… Vietnam’da ABD üsleri ittifakında bulunan Güney Vietnam kuvvetlerinin desteğine rağmen güvenliklerini sağlayamamıştır…
Tırmanan direniş sonucunda, bu ülkedeki kuvvetlerini yarım milyona kadar çıkarmak zorunda kalmıştır. Ayrıca Vietnam’da görev yapan askerlerin %15 muharip olduğu dikkate alındığında ( Vıctor Davıs Hanson Batı Neden Kazandı sf. 355) Irak’ta görev yapacak kuvvetin üslerdeki durumuna göre bunların, ülkede sağlayabileceği kontrol orta ve uzun vadede ne düzeyde olabilecektir?!!! Irak ordusunun muharebe gücünün yetersizliği dikkate alındığında, bu üslerdeki kuvvetlerin güvenlik sorunu ile karşılaşmaları sürpriz olmayacaktır… Sovyetlerin Afganistan’ı işgal ettiklerinde de Babrak rejimi her türlü desteği Sovyet Birliklerine sağlamıştır…Bu bağlamda işgal bölgelerinde Sovyetler oldukça güçlü üsler de oluşturmuşlardır… Ancak bu üsler mevcut imkanlarına rağmen direniş güçlerinin sürekli baskı ve tacizleri altında kalmışlar ve görev yapamaz hale gelmişlerdir! Benzeri halen Afganistan’daki NATO üslerine karşı sürmektedir….
Güncel olaylar dikkate alındığında, Suriye üzerinde devam etmekte olan gerilim sürecinin Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden çözümlenmesi amaçlanıyorsa, bu konuda, Türk siyasetinin yukarıdaki örnekleri çok iyi değerlendirmesi de gerekmektedir….
Aynı durum Irak’ta ileride ABD üslerinin başına da gelebilecektir…Benzeri ise,Suriye de yer işgal edilmesi durumunda TSK yönünden de geçerlidir…
Direniş ve harekatının gelecekte alacağı şekil, asli kuvvetlerin Irak’tan çekilmesinden sonraki aşamadaki muhtemel yapısına göre dikkate alınmalıdır… Ayrıca, İran, yakınında kendisi için önemli ölçüde bir tehdit unsuru olarak göreceği bu üslere karşı da yandaş Şii gruplar kanalı üzerinden örtülü operasyon düzenleyebileceği gibi, Süni örgütlü güçlerin de aynı yolu izlemeleri beklenebilecek hususlar içindedir…Baas’ın örgütsel yapısı bölgede unutulmamalıdır… Vietnam da General Giap gibi bir strateji dehası ABD güçlerini dize getirmiştir. Aynı şeyi Irak İçin söylemek mümkün görülmese de, uzun süreceği muhakkak görünen Irak direniş hareketinin daha güçlü örgütlü bir yapıya kavuşması durumunda, Tet saldırısı paralelinde birçok iskan alanlarına ve üslere karşı gelecekteki bir operasyonun sürpriz sonuçları da olabilecektir…
Genel durum ve görüntü içersinde Türkiye yönünden PKK bağlantılı bir operasyonun Kuzey Irak bölgesine yönelmesine ilişkin görüşler ayrıca dikkate alındığında ise, bu husus da güncelliğini korumaktadır. Türkiye komşu bir ülkeden gelen sürekli taciz altındadır… ABD 10.000 km öteden uyduruk gerekçelerle gelerek bu ülkeyi işgal etmiştir. Türkiye’nin meşru müdafaa hakkından doğan taleplerine karşı da inandırıcı olmayan ve güvensizliği arttıran yanlı yaklaşımlarını sürdürmektedir.
Türkiye’nin sınır ötesi bir operasyonuna karşı bir takım çevrelerden örtülü muhalefetin ve propagandanın yürütüldüğü de görülmüştür…Türkiye’nin sıkıntısı, kararsız bir siyasi iradeye ülkenin güvenliğinin teslim edilmiş olmasıdır…Çözüm yolları kararlı siyasi kadrolar tarafından her zaman bulunabilecektir. Bu konuda öncelikle ;
– Siyasi yönden gereken desteklerin RF ve Çin gibi ülkeler ile yapılacak olan temaslar sonrası sağlanması mümkündür. Bilindiği üzere, ABD’i SALAM politikasını hedef gördüğü her ülkede bulunan etnik farklılıklar üzerinden yürütmektedir. Türkiye’ye karşı Kürt ayrımcılığına destek veren bu emperyalist anlayış, İran’da Azeri Türkleri ile Pers toplulukları üzerinden iç çatışmayı tetiklemeyi amaçlamaktadır. RF için hassasiyet ifade eden Kafkasya bölgesi de aynı siyasal hedefler içinde kullanılmaya çalışmaktadır. Çin’de ise, Doğu Türkistan’ı etnik çatışma alanları içine çekmeye çalışması da bu stratejinin bölümleri içindedir!!! Bu bağlamda ABD’nin benzer uygulamalarına muhatap olan ülkelerin ortak politikalar ile, birbirlerine destek vermeleri mümkündür…Zira sıra onlara da gelecektir!!!
– En önemli konulardan biri de Ekonomik yapıda sıcak paranın çekilmesinin bir siyasi santaj olarak bazı görüşlerde yer almasıdır. Sıcak paranın eskisi kadar manevra alanının olmadığı dikkate alınmalıdır. Bu gün dünya ticaret ve sanayinin ihtiyacının çok üzerinde karşılığı olmayan para, kendine yer aramaktadır!…Bu para, bir alandan çekildiği takdirde tekrar plase edilemezse, ve kaçan paranın yerine başka bir kaynaktan bir finans akışı olursa, geri çekilen para çekenin elinde kalabilecektir!…Bu konuda önce ülkenin merkez bankası kaynakları yeterli ise, böylebir siyasi amaçlı finansal açığın kapatılması kısa süre için mümkündür. Bir diğer yönden Çin ve RF, Hindistan gibi döviz rezervleri giderek gelişen ülkeler de mevcuttur.Zengin Arap ülkelerinin finans kaynakları da söz konusudur! Bu ülkelere devlet güvencesinde hazine kağıdı aynı faiz üzerinden anlaşma olduğu takdirde satılabilecek ve gerekli finans açığı kapatılabilecektir… Tekrar edildiğinde DÜNYA TİCARET VE SANAYİNİN İHTİYACININ çok üstünde karşılığı olmayan finans bir ekonomiden çekildikten sonra, kendisini plase edecek bir başka ekonomik alan bulamadığı takdirde çekenin elinde kalacağından eskisi kadar siyasi amaçlı olarak bu finansın manevra sahasından bahis etmek mümkün değildir.. Bu konunun da iyi değerlendirilmesinde yarar vardır.
– Bir diğer husus da küresel finansın siyasi amaçlı santaj ve baskı unsuru haline getirilmesi konusunda ulus devletler arasında olmasında yarar olan dayanışmadır. Hatırlanacağı üzere, Mart teskeresi çıkmayınca ortaya çıkan gelişmeler içinde Dick Cheney’in baş danışmanı olan Scooter Libby’in ders alınacak olan bir ifadesidir…Aynen şunu söylemiştir…” Washington geri çekilsin ve FİNANSAL PİYASALAR Türk ekonomisinin defterinin dürülmesine verilsin…Michael Gordon Kobra II Sf. 138”…. Bu ifadeden anlaşıldığı üzere, ABD’nin Başkan H. Taft dönemindeki dolar politikası ile T. Roosevelt’in sopa politikası güncelliğini korumayı sürdürmektedir.
– Bu noktadan hareketle, benzer uygulamaların ulus devletlere karşı bir baskı unsuru olarak zaman zaman güncelleştirileceği anlaşılmaktadır… Konu belirtilen açıdan ele alındığında, gene Çin, RF :i, Hindistan vb..diğer devletlerin kendi kaynaklarından oluşturacakları ortak bir FİNANSAL KRİZ FONU gerçekleştiği takdirde, küresel güçlerin ülkelere finans üzerinden uygulayacakları baskılar veya ani para çekilmesinde ortaya çıkabilecek sorunlar, karşılıklı mali destekle engellenebilecektir…Bu şekilde de beklenen siyasi santajın önü alınmış olabilecektir…
-Türkiye açısından PKK karşı sınır ötesi bir harekatın kesin sonuç sağlayabilmesi ise, siyasi kararlılıkla orantılıdır.
Bölgede mutlaka Olağanüstü Hal ilanı ile bütün kuvvetlerin tek bir komuta altında toplanması, harekatın daha önceki safhasında da olduğu gibi görüntüye gelmiştir. AB normları yutturmaları ile bazı çevrelerin sipariş üzerinden yaygaraları olabilecektir. Fransa’da Paris caddelerinde araçlar her gün yakılmaya başlayınca güvenlik koşulları içinde Fransız Hükümeti Paris’te olağanüstü önlemleri hemen almıştır. ABD’de 11 Eylül den sonra Vatandaşlık yasaları çıkartılarak kamu güvenliğine ilişkin konularda marjinal düzeyde önlemler alınmaya yönelmiştir….Bu bağlamda, BMM.den Genel Kurmaya sınır ötesi harekatın yetkisi de, gün ve saat komutanlığın takdirine bırakılmak üzere ön görülecek insiyatif verilmiş olması gerçeği ortaya çıkmıştır…
Konu ile ilgili olarak sınır ötesi harekatın farklı bir örneği ile bağlantılı bulunan Çin ile Kuzey Vietnam arasında 1979 meydana gelmiş olan çatışmadan bahsetmek mümkündür…. O tarihlerde Çin’e karşı Sovyetler ile Kuzey Vietnam arasında ortak savunma anlaşması bulunmaktadır. Çin ve Sovyet Rusya arasında gerginliğinin sürdüğü bu dönemde, Sovyetler, Kuzey Vietnam’da Çin’e karşı füze rampaları oluşturmuştur. Çin’de bundan son derece tedirgin olmuştur…
Netice itibariyle, 17 Şubat 1979 tarihinde Çin kuvvetleri ani bir baskınla Kuzey Vietnam’a bir DOZER operasyonu şeklinde100 km kadar girerek bölgedeki kendilerine yönelik bütün tehdit unsurlarının tümünü imha etmiştir …Sovyetler ile Kuzey Vietnam arasındaki bulunan ortak savunma anlaşması gereği Sovyetler Çin’e karşı hududuna yığınak yapmışlar, ancak kararlı politika karşısında kıpırdayamamışlardır!!!…Konuya genel güvenlik açısından bakıldığında ülke savunmasının yürek ve kararlılık istediğinin örneğini bu olayda görmek mümkündür.
Türkiye meşru müdafaasını BM. Anlaşmasının verdiği yetkiler çerçevesinde değerlendirmek hakkına sahiptir. Sorun siyasi iradenin zafiyetindedir… Gerek siyasi , gerek finansal çözüm şekilleri oluşturularak, askeri çözüm modellerinin de en azından Çin’in yaptığı DOZER operasyonu şeklindeki bir harekat ile PKK Kamplarına ve KANDİL üzerine gerçekleştirmesi imkanına Türkiye de sahiptir.
Irak işgalinin bölge ve dünya üzerindeki SİYASAL SONUÇLARINA bakıldığında, konu bir takım çağrışımlara neden olmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere, Vietnam Savaşı tümü ile jeopolitik ve jeostratejik açılardan Çin’in, Kore, Formoza, Vietnam hattı üzerinden tespiti ile bu ülkenin açık denizlere çıkmasını kontrol etmek ve Pasifik adaları üzerinde etkinlik oluşturmasını engellemeye yönelik bir harekat olmuştur…O günün koşullarında ideolojik olarak bölgeye ulaşamayan Çin, günümüzde Asya Tipi bir kapitalizm ile bölgedeki kontrolleri bu defa demokratik yöntemler ile piyasa ekonomisi üzerinden sağlamaya başlamıştır.
Bölgede Endonezya gibi potansiyel ve doğal kaynakları olan bu ülkenin 25 Nisan 2005 tarihinde Çin ile yaptığı anlaşma hatırlanmalıdır. Jacarta’da Çin Başkanı Hu Jintao ile, Endonezya Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono arasında imzalanan bu anlaşmaya göre, her iki ülke kendilerini stratejik ortak olarak kabul etmişlerdir. Benzer şekilde ayrıca Vietnam bile kuzey komşusu ile uzun süre çatışmış bir ülke olduğunu kabul etmekle beraber Çin ile ilişkilerini geleceğe yönelik olarak geliştirmeye yönelmiştir….
ABD.in küresel düzeyde giderek işgalci bir ülke imajı sağlayan tutumunun dünya genelindeki etkisi sürekli artmaktadır. Her çatışma bölgesinin arkasında bu ülkenin maksadı aşan politikası izlenmekte ve güvensizliğin de dünya genelinde artması söz konusu olmaktadır..Sudan, Somali, Etiopya, Eritre ,Kongo, Nanbiya, Sierra Leone, Uganda, Ruanda, Afganistan, Irak, Filistin ve yakın geçmişte de Kenya… vb. ülkelerde sömürgeci anlayışın emperyalist izlerinin çoğunda ABD’in parmak izlerine rastlanılmaktadır. Küresel finansın gerisinde olduğu bu çatışma alanlarının mağdurları kadar, küresel sermayenin ortaya çıkardığı işsizliğin sonuçları da batı toplumlarında tepkilere neden olmaktadır. G-8 toplantısına karşı , daha önceki Seatle, Prag, Davos, Salzburg, Cenova, Barcelona, Florenz kentlerindeki gösterilere En son Rostock kentindeki gösteriler de eklenmiştir…Gelişmiş ülkelerdeki İnsanlar, küresel finansın uygulamaları sonucunda işlerini kaybettikçe sosyal gerilimler de artmaktadır…
Irak’ın işgalinin petrol kaynaklarını denetleyerek AB. ve Çin’ ekonomisinin geleceğini denetlemeye yönelik model beklenilen sonuçları sağlamamıştır. Ayrıca Ulus Devlet karşıtı gelişen küresel sermayenin politik hedeflerinin de bu ülkelere yönelik tehdit düzeyini ortaya çıkarmıştır. Irak İşgali daha çok küresel sonuçları itibariyle sosyo politik ve sosyo ekonomik açılardan Vietnam Savaşından farklı olarak neticeler vermekte ve bilinen moral değerlerin de tekrar tartışılmasına neden olmaktadır…Irak işgali küresel finansın asli amacını ortaya çıkarmış bir şekilde de KÜRESELCİLERİN ŞİFRESİNİN çözülmesine neden olmuştur!!!
Nazi Almanya’sı ile daha sonra Sovyet diktatörlüğüne karşı özgürlüğü müdafaa eden ABD’i ,ne gariptir ki, giderek kendi içinde bile plutokrasinin ürettiği ve oligarşiye kayan bir parlamenter yapıyı başkanlık sistemi içinde Bush yönetimi ile sergilemiştir… Dünya üzerinde ekonomik kontrolu güç kullanarak ele geçirmeyi amaçlayan başkanlık sistemindeki bu parlamenter yapıda görünmeyen güçler, demokrasiyi siyaseti rant haline getirmek için ABD. potansiyelinden yararlanmayı amaçlamışlardır… ABD.ki Vermont Eyaletinden başlayan ve iflasa giden diğer bazı eyaletlerden yükselen seslerde de bu rahatsızlığı hissetmek mümkündür…
Batı yaşlanmış ve yorulmuştur… Doğu uyanış halindedir. Bu sürecin engellenmesi konusunda önleyici müdahale görüşü ile askeri çözüm modellerinin yetersizliği Irak savaşında ortaya çıkmıştır… Bu çatışma modeli,giderek küresel bir çatışmaya ayrıca yol açabilecekmidir?.. Küresel finans dünya genelinde bir güç oluşturmuşsa da kendi yumuşak karnını da yaratmıştır. Piyasa ekonomisi istikrar üzerinde varlığını sürdürebileceğine göre, küresel bir çatışmanın sonuçlarının da o kadar kolay çözümleyici olmadığının hesapları mutlaka yapılıyor olmalıdır!!!.
Gerek Birinci Dünya Savaşı ve gerekse İkinci Dünya Savaşında ABD siyasi, ekonomik ve askeri yönden kıta Avrupa’sının ötesinde batı dünyası için bir stratejik derinlik olmuştur! Birinci Dünya savaşından sonra İngiltere sömürgeleri ile güçlü çıkmış ve Sterlin küresel rezerv para olarak finansal açıdan Pazar payını elinde tutmuştur,İkinci Dünya Savaşından da ABD ekonomik olarak güçlü çıkmış ve Avrupa’daki yıkıma karşı önemli finansal desteği de bu ülke sağlamıştır….
Konu özetlendiğinde,
– Birinci Dünya Savaşından güçlü çıkan İngiltere sömürge kaynakları ile, finansal gücü elinde bulundururken sterlin de küresel düzeyde rezerv para özelliğini korumuştur.
– İkinci Dünya Savaşı Avrupa için yıkım olmuş, İngiltere, ABD. yanında savaş sokmak için elindeki altın rezevleri ile, sömürgelerinden kaynakları ABD tahsis etmiştir. Bu süreçten en karlı Wall Street çıkmış ve savaş sonrası finansın merkezi olmuştur.
– Savaş sonrası ABD .13 milyar dolara yakın bir mali destek ile Avrupa’nın yıkılan ekonomisi için gereken kredileri sağlamış ve teknik yardımda bulunmuştur.
– 1944 de Bretton Woods anlaşması ile ABD doları rezerv para olarak sterlinin yerini almıştır.
– Başkan Nikson döneminde doların altın karşılığı olması kaldırılmıştır.
– Halen her geçen gün büyüyen bu finansal gücün karşılığı artık yoktur. Küresel sıkıntıların ve endişelerin altında da bu husus bulunmaktadır.
– Serbest ticaret yapısı içinde özelleştirilmelerin özendirilmesinin gerisinde karşılığı olmayan bu finansa bir şekilde karşılık oluşturulması da amaçlanmaktadır.
– Finansal gücün dünya ekonomisindeki etkisi AB tarafından da görüldüğünden kendi para birimi ile serbest ticaret anlaşması içinde bulunduğu ülkelerle euro üzerinden ticaretini sürdürmeye çalışmakta, ikinci bir rezerv para konumunu oluşturmanın arayışındadır…
– Konu Asya Pasifik bölgesinde de görüldüğünden ve dünya ticaretinin %68 bulunduğu bu bölgede de Çin ve Hindistan’ın başını çektiği yeni bir rezerv para sahasının temellerinin atılmaya çalışıldığı yorumlarda izlenmektedir…
– Aynı şekilde, giderek ABD karşıtlığının arttığı Latin Amerika ülkelerinde de Chavez’in başını çektiği hareket içinde, Latin Amerika para birliği konusunda ön görülen hususlar gündeme gelmeye başlamıştır.
– ABD’in, küresel düzeyde güç unsuruna dayalı şekillendirmeye çalıştığı işgal hareketleri, ulus devletler için tehdit unsuru olmaya başladığından, bu tedirginlik,ABD karşıtı politik ve finansal bir desteğin olmasının lüzumunu ortaya çıkartmış ve konuyu da tetiklemeye başlamıştır.
– Dünyanın yeni bir küresel krize ve savaşa tahammülünün olmayacağı da açıktır. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’in finansal desteğinin bir küresel çatışmadan sonra bir kere daha kolay olamayacağı da açıktır. Halen, Çin, RF. Almanya, Hindistan gibi ülkelerin, bir taraftan döviz rezervlerini güçlendiriken diğer yönden de altın rezevlerini arttırdıklarına ilişkin görüşler dikkate çarpmaktadır.
– Bu genel şemanın sonunda , ABD’in uyguladığı finans etkinliği modelini Asya Pasifik bölgesi ülkeleri de orta vadede uygularsa ne olacaktır?!!!
– Aynı şaplon Latin Amerika ülkeleri tarafından da uygulanırsa ne olur?!!!
– Küresel despotizmin santaj aracı haline getirilen finansal krizlere karşı Çin, RF, Hindistan ve diğer ülkelerin başını çekecekleri bir FİNANSAL KRİZ FONU oluşturulursa ne olur?!!!
– Küresel despotizme karşı ulus devletlerin ortak politikalar oluşturması güçlenirse bunun siyasal sonuçları ne olur?!!!
– Bu bağlamda, Birinci Dünya Savaşında etkinliğini kaybeden Milletler Cemiyeti, paralelinde, giderek içi boşaltılmış bir kurum haline getirilen ve sadece küresel despotizmin çıkarına uydurma meşruiyet sağlayan Birleşmiş Milletlerin yerine, yeni güvene dayalı bir ULUS DEVLETLER TOPLULUĞU yapılanması süreci başlatılırsa ne olur?!!!
– Türkiye’ye karşı ABD sürekli Kürt kartını kullanması ve bu bağlamda PKK verdiği örtülü desteğin sürmesi durumunda , Türkiye ile ortaya çıkan güvensizlik büyüdüğü de dikkate alındığında , Türkiye’nin, bir tarihte Fransa’nın Nato’nun askeri kanadından çekilişi paralelinde bir oluşumu gündeme getirmesi söz konusu olursa ne olur?!!!
– ABD. finans üzerinden şekillendirdiği tek kutuplu dünya düzeninin sürekliliğini piyasa ekonomisinin istikrarlı şekilde yürütülmesi ile bağlantılı olduğunu bilmektedir…Bu istikrar, saldırgan politikalarına karşı küresel düzeyde tepkilere maruz kaldığında, yukarıda belirtilen tüm faktörler de dikkate alındığında finans ve borsaların geleceği ne olur?!!!
– Reel politika açısından, giderek artacağı muhakkak olan sorunlar karşısında ABD’in güç kullanımı yerine neo liberalizmin sömürgeciliği zorlayan modelinden vaz geçmesi gereklidir. Piyasa ekonomisi içinde hakimiyet anlayışını terk ederek işbirliği üzerinden kaybettiği siyasal güveni tekrar sağlaması neo conların politik hedeflerine rağmen çıkarınadır!
– Ayrıca ABD. istese de istemese de, dünya genelinde ortaya çıkacak olan yeni rezerv para birimlerinin şekil vereceği dünya ekonomisi, tekrar çok kutuplu dünya modelini ve ulus devlet anlayışını güçlendirecektir… Zor oyunu bozmuştur!!! ABD mevcut politikalarında israr ettiği takdirde, orta ve uzun vadede içinden çıkamayacağı bir yanlızlığa da düşebilecektir!!! Asya Pasifik oluşumu, ekonomik yönden biraz daha güçlendiği takdirde, Afrika ve Latin Dünyasını da ABD karşıtlığı politikaları içinde paraleline çekebilecek imkanlara sahip olabilecek gibidir…
– Böyle bir sürecin etkinlik kazanması durumunda ise, ABD ister istemez sınırsız serbest piyasa ekonomisinden kısmen vaz geçerek korumacı bir modele de tekrar dönebilecektir. Bu da ulus devlet siyasi yapılarındaki korumacı politikalar için ayrı bir örnek oluşturabilecektir
Kısaca, ABD yığınakta hata yapmıştır, bu nedenle de güvensizliğe neden olan politikalarını terk etmelidir…Finans üzerinden tek kutuplu dünya projesinin orta ve uzun vadede geleceği yoktur. İşsizliğin arttığı sanayi toplumlarında, reel ekonominin istihdama yönelik çözümlerinin oluşturulması zorunludur.
Hakimiyete dayalı politikalar tarihin hiçbir döneminde işgalci ülkeler için sürekli çözüm oluşturmamıştır. İşbirliği üzerinden güvene dayalı politikalara dönmediği takdir, ABD. gerek finans açısından farklı rezerv alanları ile ve gerekse, Ulus Devletlerin ortak dayanışması içinde yeni bir Birleşmiş Milletler yapısı ile eninde sonunda karşılaşabilecektir!…. ABD gücünü nasıl finans üzerine kurduysa, AB takiben Asya Pasifik para birimi ve Latin Amerika para birimleri de önümüzdeki yıllarda aynı yöntemle ortaya çıkabilecektir…Irak Savaşının ortaya çıkardığı gerçek, küresel finansın yumuşak karnı olduğu kadar, siyasi sonuçları yönünden de ulus devletlerinin aralarında dayanışmalarının bir zaruret ifade ettiğidir….Tekrar belirtmek gerekirse şifre çözülmüştür!!!
Bu bağlamda, konuya ilişkin analiz ve çalışmalarda yukarıda belirtilen hususların da dikkate alınması yararlı olabilecektir…Türkiye’nin güneyindeki gelişmeler kapsamında ön görülecek çözümler ve değerlendirmeler yapılırken , Suriye’ye dönük operasyonlarda konunun bu yönleri de göz önünde bulundurulmalıdır
ERGUN ÖZGEN
NOT: 2 Şubat 2008 tarihli analiz olup, Güncellenmiştir….
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.