Etiket arşivi: ırak

Zahide Uçar: Irak’ın Üzerine Bush, Türkiye’nin Üzerine AKP Düştü


Bush’un temsil ettiği küresel şirketler Irak’a demokrasi oyunuyla bombalar yağdırdı. AKP demokrasi oyunuyla ülkeyi bölünme ve iç savaş sürecine soktu.

Küresel şirketler Irak ve Libya’yı bombalarla soydu. Bombalarla parçalıyor. Türkiye’yi Erdoğan-Gül ikilisiyle parçalanma sürecine soktu.

Yargı ve yandaş basın (AB-D)’den yönetiliyor.

Ordu CİA tarafından kıskaca alındı. ABD açık bir savaşta alamayacağı sayıda Türk Silahlı Kuvvetler mensubunu esir aldı.

Bir yasa ile Özel güvenlik şirketleri kuruldu. Bütün resmi ve resmi olmayan kurumların güvenliği bu özel güvenlik şirketlerine devredildi. Özel güvenlik şirketlerinin çoğu yabancıların eline geçti. Bu durumda yabancıların ülkemizde silahlı güç bulundurduğunu da düşünmemiz gerekir. Bu şirketlerin güvenlik elemanı adı altında ne kadar yabancı ajan çalıştırdığını bilmiyoruz.

Ülke insanı Erdoğan’ın 10 yıldır sistemli bir şekilde sürdürdüğü gerilim politikaları ile patlamaya hazır bir bombaya dönüştürüldü. Ülkemizde cirit atan ajanların bu gerilimi ateşlemeyeceğini kimse söyleyemez.

AKP bombardımanından nasibini almayan kalmadı. Tarihimiz, dinimiz, geleneklerimiz, iç ve dış politikamız, maddi değerlerimiz, kıymetli taşınmazlarımız… Dağ, taş, sularımız, börtü-böcek bile kendini bu saldırıdan kurtaramadı. Pirana gibiydiler. Ülkeyi kin, nefret ve açlıkla kemirdiler. Ne doydular, ne utandılar.

İkiz yasalar DSP+MHP+ANAP koalisyon hükümetince hazırlandı. Alt komisyona geldi ama koalisyon vekillerince ülkeyi bölünmeye götürür diye itiraz edildi. Yasa çıkmadan koalisyon yıkıldı. AKP’nin ilk işi ikiz yasaları çıkartmak oldu. Çünkü Kürdistan’ı kurmak, Anadolu’yu Müslüman Türklerden almak, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk adını silerek 7 düvelin 100 yıllık kuyruk acısının intikamı almak üzere programlanmışlardı.

Irak’a, Libya’ya bombalarla giren küresel şirketler, Türkiye’ye AKP ile girdi. Gül ve Erdoğan ikilisinin kontrolündeki AKP Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerine atılmış biyolojik bir bombadır. Bombalar nasıl her şeyi yakıp-yıkıp geçerse, AKP terörü de aynı yıkımları yaptı.

İngiltere rehberliğinde PKK ile yapılan Oslo görüşmelerinde verilen sözler AKP tarafından işgal edilen mecliste yasalaştırıldı. Geriye; sapık uyuşturucu taciri bebek katilinden bir Mandela çıkarmak kaldı.

Ülkenin üzerine atılan biyolojik silah AKP’nin 10 yıllık sürecini bir hatırlayalım:

Bebek katili ömür boyu hapse mahkum olmuş. Terör nerede ise sıfıra inmiş. Güneydoğu’da halk ticaretini, işini yapar hale gelmiş.

AKP bombası ülkenin üzerine düştüğü andan itibaren her şey ters yüz oluyor. Medya işgal ve bölünmeye uygun hale getiriliyor. Ne kadar cahil, cazgır, etki ajanı varsa köşelere yerleştiriliyor.

Erdoğan “Diyarbakır BOP’un yıldızı olabilir” dediğinde aslında Yahudi Kürt Devleti’nin Başkentini ilan ediyordu, anlamadılar. Diyarbakır’da söylediği “Kürt problemi vardır” sözü ile Kürt vatandaşlarımızı problem olarak ilan edip PKK’nın kucağına itti. Türk Milletinin onuruna tecavüz eden Habur gösterisi ile Kürt vatandaşlarımıza PKK sizin temsilcinizdir mesajı verildi.

İngilizler’in 150 yıllık planı bu sefer Amerika üzerinden AKP eli ile tıkır tıkır yürütülüyordu.

Askeri kışlasına hapsettiler. Irak Türkmenlerini Barzani’ye peşkeş çektiler.

Bizans medyasının etki ajanları sabah-akşam sürekli Kürtçülük pompalıyordu. PKK metropollere taşındı. Yaktılar, yıktılar. Haberler hep şöyle veriliyordu:

Molotof kokteyli atan, araba ve dükkanları yakan PKK yandaşları ara sokaklara dağılarak kayboldu(!)..

Kimse şu soruyu sormadı:

Yakıp yıkmadan, en fazla yumurta atan 600 öğrenciyi şıp diye yakalayıp hapse tıkanlar, bu PKK’lı teröristleri ara sokaklarda nasıl kaybediyor? Ara sokaklarda polisin yetkisi yok mu? Ara sokaklar PKK’nın kontrolüne mi terk edildi?

Aslında iş başkaydı. Halkı bıktırma, yıldırma politikası izleniyordu.

PKK’lı belediyeler 10 yıldır yasaları çiğneye çiğneye makamlarında oturuyor. AKP’nin PKK’lı belediyelerle bir sorunu yoktur. Çünkü amaç aynı, hizmet aynı, efendileri aynıdır…

Basının etki ajanları 10 yıldır üzerimize PKK kusuyor. PKK ile yatıp PKK ile kalkıyor. Bazılarının aklı Kandil’de kalıyor.

Bu Bizans medyasının etki ajanlarına bakarsanız ülke nüfusunun %80’i Kürt, Kürtlerin de hepsi PKK’lı zannedersiniz.

Milletin çoğunluğuna azınlık duygusu yaşatmak için psikolojik savaş yöntemlerinin en ahlaksızını kullananlar bin bir kimlik altında boy gösteriyor.

Türk Milletine AKP ve sözde muhalefet tarafından tek bir çözüm gösteriliyor:

AKP PKK terörünü önce azdırdı. Azması için gerekli tüm argümanları PKK ya sundu. Dizi dizi Mehmetçiklerimiz tabutlar içinde baba ocaklarına yollandı. İsteniyordu ki halk bıksın, bezsin, önüne konan ihanet çözümlerine evet desin.. Artık bu iş toprak verilmeden çözülmez, Kürdistan’ın kurulması kaçınılmazdır desin, ikna olsun

“Analar ağlamasın” diyerek annelerin en ulvi duyguları adice istismar edildi. Türk Milletine psikolojik operasyonların en alçakları yapıldı.

AKP çözümler gösterdi, muhalefet o gösterilen çözümleri tartışarak AKP’nin ortaya bıraktığı bombaya meşruiyet kazandırdı.

Gerçekte ne AKP bildiğimiz bir siyasi partiydi, ne programı bu milletin bir programıydı?

AKP Türk Milletinin üzerine Küresel şirketler tarafından bırakılmış bir BOMBAYDI.

Oysa çok farklı çözümler ortaya konabilir, AKP’nin dayatması dışında çözümler üretilebilirdi.

Mesela;

Toprak reformu önerilmeli, Güneydoğu’da ve metropollerde gençlik kampları açılmalıydı. Bu kamplarda küresel şirketlerin BOP’nin asıl merkezinde olan Türkiye üzerindeki emelleri Kürt gençlere anlatılmalıydı. 4 ülkeden koparılması planlanan topraklar üzerinde kurulacak olan devletin gerçekte Kürdistan değil, Büyük İsrail devleti olacağı anlatılmalıydı.

Kürtlere öncülük ediyoruz diyenlerin hangi yabancı istihbarat kuruluşları ile bağlantılı olduğu, Kürt gençlerinin kanı üzerinden sürdürdükleri uyuşturucu-para trafiği belgeleri ile anlatılmalıydı.

PKK’nın ilk saldırdığı köylerin Ermeni kalkışmasında direnen köylerin olduğu ve Büyük İsrail’in yanında bir de Büyük Ermenistan planının devreye sokulduğu anlatılmalıydı. Yani SEVR planının güncellenip işleme konduğu, bu plan içinde sadece Türk Milletine değil, kendini milletten farklı sayan Kürtlere de yer olmadığı anlatılabilirdi.

Şimdi önümüze tek bir proje konuyor: Özerklikten federasyona giden yol ve Güneydoğu bölgemizin planlanan kukla devlete eklenmesi…

Biz de diyoruz ki;

Bir;

Tarihte Kürdistan diye bir devlet hiç var olmadı. Ve biz Kürdistan diye bir yeri işgal etmedik. Yavuz Sultan Selim’in Ebu Suud denilen bir devşirmenin fetvası ile Türkmen kıyımı yapması ve bu kıyımdan canını kurtaran Türkmenlerin İran’a göç etmeleri neticesinde boşalan o bölgeye Kürtler yerleştirildi. O bölgede kalan Türk Boylarını Kürt aşiretleri asimile ederek Kürtleştirdi. Osmanlı’nın para karşılığında Kürt aşiret ağalarına yetki vermesi ile bölge aşiret-ağa-tarikatler üçgeninde bir bataklığa döndü.

Öncelikle bunu bilecekler.

İki;

Biz bir savaş kaybetmedik. Savaş topyekün yapılır. Yapılan saldırıya karşı savunma durumunda olmak savaşmak değildir. Toprak savaşılmadan verilmez. Türk milleti ile “ki, bu tarifin yanında milletine bağlı Kürtler de var” savaşmayı gözleri yiyor mu?

Üç;

PKK’yı destekleyenlerin mallarına ve paralarına el konulmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kabul etmeyenlerin vatandaşlıktan çıkartılması gündeme gelmelidir. Kabul etmedikleri bir devletin imkanlarından faydalanamazlar.

TÜRK MİLLETİ DAHA SON SÖZÜNÜ SÖYLEMEDİ.

UYARIDIR:

Oynarken çulunuzu yırttırmayın!!..

Tarih İngiliz kaşığı ile Damat Ferit boku karıştıranların sonunu ibretle yazacaktır.

NOT:

İşgalci artıklarına;

Ya Türkler de ölüm orucuna başlarsa haliniz ne olur…

İLK KURŞUN

Mossad’dan bombalı hediye


İsrail’de yayınlanmaya başlanan yeni bir belgesel, ülkenin istihbarat teşkilatı Mossad’ın Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’e 1970’lerde bombalı bir kitapla suikast girişiminde bulunduğunu ortaya çıkardı.

“Mühürlü Dudaklar” adlı belgesele göre, Saddam ‘paranoyak’ olduğu için kendisine gelen kitap paketini yardımcısından açmasını isteyince, yardımcısı hayatını kaybetmiş. Söz konusu operasyonun beyinlerinden İsrailli Tuğgeneral Tzuri Sagi, düzeneğin bir ‘Natan’ kod adlı İsrailli tarafından hazırlandığını anlattı.

Telafer ve Tuzhurmatu Vilayet Olur mu?


Geçtiğimiz günlerde Irak basınında çıkan bir habere göre Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile görüşen Irak Türkmen İslami Birliği Başkan Yardımcısı ve Irak Gençlik ve Spor Bakanı Casim Muhammed Cafer ile beraberindeki heyetle yaptığı görüşmede, Musul Vilayeti’ne bağlı Telafer ile Selahattin Vilayeti’ne bağlı Tuzhurmatu’nun vilayet olması konusunda söz verdiği belirtiliyor.(1) Bu konu son dönemde Türkmen yetkililer tarafından sıklıkla dile getiriliyordu. Türkmenler, kendilerinin tek başına çoğunluk olduğu bir vilayete sahip olmak istiyor. 28 Temmuz 2012’de Irak Parlamentosu’nda kabul edilen raporla Türkmenler Irak’ın üçüncü asli unsuru olarak kabul edildi. Yani Irak’ta yaşayan Arap ve Kürtler’den sonra Türkmenler Irak’taki en büyük nüfusa sahip millet olarak tanındı. Türkmenler de Arap ve Kürtlerin olduğu gibi kendilerinin yönetebileceği bir vilayet talep ediyorlar. Bugün Türkmenlerin yaşadığı vilayetlere bakıldığında, yönetici konumunda olmaları mümkün gözükmüyor. Türkmenlerin en fazla üzerinde durduğu ve milli davanın ana noktası olan Kerkük’te bile vilayet meclisi ile hizmet müdürlüklerindeki Türkmen temsiliyeti nüfusa göre oldukça düşük durumdadır. Sağlık, elektrik, eğitim, iletişim, ulaşım gibi 24 hizmet müdürlüğünden sadece eğitim müdürlüğü Türkmenlere verilmiştir. Yani Kerkük Eğitim Müdürü Türkmen’dir. Geri kalan müdürlüklerin tamamında Kürtler hakimdir. Kerkük’teki müdürlüklerde Arapların da fazla bir payı yoktur. Bu yüzden Türkmenler tarafından Irak’ın en büyük ilçesi olan Telafer ve Tuzhurmatu’nun vilayet statüsüne getirilmesi istenmektedir. Ancak Irak’ın mevcut hukuki ve siyasi şartlarında bu isteğin gerçekleşme ihtimali oldukça düşük görünmektedir.

Telafer ve Tuzhurmatu’nun vilayet olma durumunu incelemek için öncelikle Irak’ın idari, hukuki ve siyasi yapısına bakılmalıdır. ABD, 2003’te Irak’ı işgalinin ardından ülkede federal bir yapı kurmuştur. Bu federal yapı içerisinde vilayetler ve federal bölgelere geniş yetkiler bırakılmıştır. Her etnik ve dini grup nüfus olarak çoğunluk olduğu ve siyasi olarak güçlü olduğu vilayet yönetimine de hakim olmuştur. Irak’taki seçmen etnik ve dini kimliğe göre örgütlenen siyasi partilere oy vermiştir. Böylece vilayetler bile etnik ve dini olarak ayrışmıştır. Kürtler, 1991’den sonra el ettikleri Irak’ın kuzeyindeki fiili yönetimi, 2003’ten sonra resmileştirerek Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni oluşturmuştur. Bu yönetim, Irak Anayasası’nın 117. Maddesinin 1. Fıkrası gereğince federal bölge yönetimi olarak kabul edilmiştir. Irak’ın güneyinde yaşayan Şiiler ise 9 vilayette yönetimi kontrol altına almıştır. Ayrıca Şiiler, Irak’ta nüfus olarak fazla olmaları nedeniyle Irak merkezi hükümetinde de yürütücü güç olmuştur. Sünniler de Musul, Anbar ve Selahattin gibi vilayetlerin yönetimini ele almıştır. Kerkük ile Diyala gibi nüfus olarak karma bir etnik ve dini yapıya sahip vilayetlerde ise yönetim konusunda sıkıntı yaşanmaktadır.

2003 sonrası elde ettikleri anayasal ve siyasal güçle Kürtlerin Kerkük yönetimine hakim olması bu vilayette yaşayan Türkmen ve çoğu Sünni olan Arapları rahatsız etmiştir ve bu rahatsızlık devam etmektedir. Kürtler bölgesel yönetime sahip olmalarının yanı sıra Irak’ın diğer vilayetlerin yönetimlerinde de etkinlik göstermektedir. Şii ve Sünni Araplar da nüfus olarak yoğun oldukları vilayetlerde yönetimleri ele alırken, Şiiler Irak merkezi hükümetinde elde ettikleri ağırlığı vilayet yönetimleri üzerinde bir baskı aracına dönüştürerek diğer grupların hareket serbestisini kısıtlamaktadır. Irak’taki bu siyasi çekişmenin yanı sıra Irak’ın idari yapısı da sıkıntı yaratmaktadır. Özellikle ihtilaflı bölgeler konusu ciddi bir problemdir. Irak merkezi hükümet ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi arasında hakimiyet mücadelesinin yaşandığı Musul, Kerkük, Diyala ve Selahattin’in bazı vilayetleri ihtilaflı bölgeler olarak gösterilmektedir. İhtilaflı bölgeler, idari olarak Irak merkezi hükümetinin kontrolünde olan vilayetlere bağlı olmalarına rağmen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi tarafından kontrol edilen ilçe ve nahiyeleri ifade etmektedir. Telafer ve Tuzhurmatu da ihtilaflı bölgeler arasında anılmaktadır.(2) Ayrıca ilçelerin nasıl vilayet olacağına ilişkin henüz bir düzenleme yapılmamıştır. Buradan hareketle hem siyasi hem de idari çekişmeler göz önüne alındığında anılan iki ilçenin vilayet olması zor gözükmektedir.

Ayrıca Telafer ve Tuzhurmatu’nun özellikleri de birbirinden farklıdır. Bu yüzden bu iki ilçeyi birbirinden ayırmak gerekmektedir. Telafer, Irak’ın nüfus ve toprak olarak en büyük ilçesi olma özelliğinin yanında aynı zamanda Musul’un en eski ilçelerinden biridir. Rabia, Humeydad, Zummar ve İyaziye nahiyeleri ile bağlı köylerden oluşan Telafer, yaklaşık 400 binlik nüfusuyla Türkmenlerin bir arada yaşadığı en büyük yerleşim yeri olarak ifade edilebilir. Telafer merkezinin nüfusu yaklaşık 305 bin olmakla birlikte tamamı Türkmendir. Telafer için 1977 ve 2002 yıllarında vilayet olma kararı verilirken bu projeler uygulamaya geçmemiştir. 1977 yılında Necef, Tikrit ve Duhok ile birlikte vilayet olmasına karar verilen Telafer, vilayet statüsüne getirilmemiştir. Ancak Necef, Tikrit ve Duhok vilayet yapılmıştır. Irak’ta devrik Baas rejimine bağlı Devrim Komuta Konseyi tarafından 1979’da çıkarılan kararla Araplaştırma politikası uygulanmıştır. Bununla birlikte Irak’ın en büyük ilçesi olmasına rağmen hiçbir hizmet götürülmemiş ve atıl bırakılmıştır. 2002’de Telafer’le birlikte Musul’un ilçeleri olan Sincar ve Baac’la birlikte Cezire adında bir vilayet oluşturulması gündeme gelse de 2003’teki ABD işgalinin ardından bu proje gündemden düşmüştür.

Tuzhurmatu ise Türkmen, Arap ve Kürtlerin bir arada yaşadığı yaklaşık 150 bin nüfuslu bir ilçedir. İlçe merkeziyle birlikte Amirli, Bastamlı, Süleyman Beg, Kadir Kerem ve Yengice nahiyelerinden oluşmaktadır. Amirli, Bastamlı ve Yengice nahiyelerinin nüfusu neredeyse tamamen Türkmenlerden oluşurken, Tuzhurmatu merkezde ise Türkmen nüfus Arap ve Kürtlerden fazladır. Selahattin’e bağlı olsa da Tuzhurmatu halkı kendini hiçbir zaman Selahattin’e ait hissetmemiştir. Çünkü 1976’ya kadar Tuzhurmatu, Kerkük’e bağlı bir vilayet olarak kalmış, daha sonra Selahattin vilayetinin oluşturulmasıyla bu vilayete bağlanmıştır. Ancak Tuzhurmatu ve Kerkük halkı arasındaki akrabalık ilişkileri ve coğrafi yakınlık Kerkük ile Tuzhurmatu arasındaki bağı koparmamıştır. 2003’te Kürtlerin Kerkük’e girişine yönelik ilk ve büyük Türkmen ayaklanmalarının yapıldığı yer olması sebebiyle Tuzhurmatu’nun Türkmenler için ayrı bir önemi vardır. 2003’ten sonra iktidarı kaybeden Sünni Araplar için de stratejik öneme sahiptir. Ancak merkezdeki (Tikrit) nüfusun etkisiyle Sünni Arapların elinde tuttuğu birkaç vilayetten bir olan Selahattin, Tuzhurmatu’nun vilayet olması halinde büyük bir güç kaybedecektir. Bu yüzden Selahattin’deki Sünni Arap ağırlığının Tuzhurmatu’nun vilayet olmasına karşı çıkacağı düşünülmektedir.

Tüm bunlar bir araya getirildiğinde mevcut şartlar itibariyle Telafer ve Tuzhurmatu’nun vilayet olabilmesi zor görünmektedir. Aynı zamanda Talabani’nin böyle bir söz vermesi de Türkmenlerle yakınlaşmak isteyen Kürtler açısından politik bir manevra olabileceği düşünülmelidir. Çünkü Talabani’nin hukuki ve siyasi olarak böyle bir yetkisi yoktur. Daha önce de ifade edildiği gibi ilçelerin vilayet olmasına ilişkin bir hukuki düzenleme mevcut değildir. Ayrıca iki ilçenin vilayet olması durumunda başka vilayetlerdeki ilçelerin vilayet olma talepleri ortaya çıkabilir. İdari ve siyasi çekişmelerle istikrarsız bir profil çizen Irak merkezi hükümeti bu riski almayacaktır. Son olarak Telafer ve Tuzhurmatu’nun vilayet olmasının Türkmenlere fayda sağlayıp sağlamayacağı da Türkmen yetkililer tarafından ortak mutabakat çerçevesinde, dikkatli ve programlı bir şekilde değerlendirilmelidir.

(1) http://www.alsumarianews.com/ar/1/49929/news-details-Iraq%20politics%20news.html

Erişim: 8 Kasım 2012.

(2) Daha geniş bilgi için bkz. ORSAM Rapor No: 92, “Irak’ta İhtilaflı Bölgelerin Durumu”,

http://orsam.org.tr/tr/raporgoster.aspx?ID=2966

Erişim: 8 Kasım 2012.

Interpol ‘Ergenekon’da kulağının üzerine yattı


Interpol, Ergenekon’da yargılanan ve yurtdışında bulunduğu tespit edilen sanıklarla ilgili olarak Türkiye’nin kırmızı bültenle arama başvurusunun üzerinden uzun süre geçmesine karşın yanıt vermedi

Yurtdışında oldukları tespit edilen Ergenekon ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı sanıklarıyla ilgili Türkiye’nin Interpol Genel Sekreterliği’ne yaptığı girişimlerde somut adım atılamadı. Her iki soruşturmaya bağlı adli yargılamalarda adı geçen İstanbul eski Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, emekli Tümgeneral Mustafa Bakıcı ve Çağdaş Eğitim Vakfı eski Başkanı Gülseven Yaşer hakkındaki kırmızı bülten girişimlerinde aradan uzun süre geçmesine karşın ilerleme sağlanamadı.

Çömez’de de yanıt yok
Emniyet Genel Müdürlüğü Interpol ve Sirene Dairesi tarafından yürütülen çalışmalar çerçevesinde üç isimle ilgili Interpol Genel Sekreterliği’nce geçen Nisan’da bildirilen “yetersizlik” gerekçesi sonrasındaki “ret” yanıtıyla birlikte Adalet Bakanlığı’nca hazırlanan yeni içerikli dosyalar tekrar Interpol Genel Sekreterliği’ne gönderildi. Ancak, bu işlemin üzerinden aylar geçmesine karşın Interpol Genel Sekreterliği henüz Türkiye’ye olumlu ya da olumsuz yanıt göndermedi. Genel sekreterlik kırmızı bülten başvuru dosyalarının “halen incelemede” olduğunu bildirmekle yetindi.

Benzer durum yine Ergenekon soruşturması çerçevesinde İngiltere’de olduğu kesinlik kazanan eski Ak Parti Milletvekili Turan Çömez’de de yaşandı. Türk Interpolü’nün Çömez’le ilgili “kırmızı bülten” başvurusuna da yine olumlu ya da olumsuz yanıt verilmedi. Bilindiği gibi, İrtica ile Mücadele Eylem planı soruşturması çerçevesinde adı gündeme gelen Tümgeneral Mustafa Bakıcı, önce TSK’dan emekli olmuş, daha sonra son görev yeri olan Şırnak’tan Kuzey Irak’a geçerek Belarus’a geçmişti. Belarus‘ta olduğunun tespit edilmesi sonrasında Bakıcı’nın kayıplara karışması sonrasında Türk Interpolü devreye girip kırmızı bülten çıkartmak için girişimde bulunmuştu.
Aynı şekilde, Ergenekon sanığı Bedrettin Dalan ile Gülseven Yaşer’in yurtdışına çıkışı sonrasında kırmızı bülten girişimi yapılmıştı. Diğer sanık Çömez’in ise İngiltere’deki yerel makamlardan “ülkede barınmasını sağlayacak sığınma hakkı”nı aldığı anlaşılmıştı. Böylece, dört sanık için “kırmızı bülten” konusunda aradan aylar geçmesine karşın hiçbir ilerleme sağlamadı.

AHMEDİNECAT’IN BAĞDAT ZİYARETİNE IRAKLILAR ZEHİR ZEMBELEK


İRAN ANALİZ / İran cumhurbaşkanı Ahmedinecat’ın Bağdat ziyaretine yönelik şiddetli tepkiler giderek artıyor. Ziyaretin arkaplanına yönelik görüşlerini paylaşan milletvekili Salih Mutlak: bu ziyareti tüm farklı toplumsal kesimleriyle Iraklıların kesinlikle istemediklerini, bundan açıkça hoşnutsuz olduklarını belirtti. Ülkenin içişlerine her anlamda müdahil olan Necat’ın Iraklılara karşı işlediği tüm suçlardan ötürü Irak’ta mahkemede yargılanması gerektiğini belirtti.

Modern tarihindeki en şiddetli ekonomik krizini yaşayan İran riyali dolar karşısında şiddetli değer kaybederken, uygulanan ekonomik ambargoların alanı ve kapsamı da genişliyor. Geçtiğimiz haftalarda başkent Tahran başta olmak üzere büyük şehirlerde esnaf kepenk kapatarak yaşanan ekonomik krizi protesto ettiği eylemler düzenlemişti.

Suriye’deki vahşete her tür desteği vermesi, Lübnan, Yemen ve Bahreyn’de Şii örgütler aracılığıyla terör faaliyetlerini tetiklemesi, PKK terör örgütüne büyük imkanlar vermesi ve Türkiye’yi açıkça tehdit etmesi gibi gelişmeler de ekonomik krizin yanı sıra İran’ın bölgede, İslam dünyasında siyasi/diplomatik/medya alanında darboğaza sokan gelişmeler olarak değerlendiriliyor. Bu açık tehdit ve gelişmeler karşısında İran rejimi özellikle ekonomik krizi aşabilmek için çeşitli yollara başvuruyor.

Bunların başında ise İran rejiminin en önemli makamlarında bulunan Irak asıllı Ayetullah Mahmut Şehrudi’yi taklit merci olarak kabul eden Nuri Maliki başkanlığındaki Irak Hükümeti geliyor. Başbakanlık koltuğuna oturmasında diğer Şii oluşumları ikna/tehdit eden ve İran rejiminin tam desteğini almasını sağlayan kişi olarak Şehrudi öne çıkmaktaydı.

İşte uygulanan uluslararası ambargolar, yasaklamalar ve kısıtlamaları elindeki tüm imkanları kullanarak hafifletmeye çalışan, bunları delen Maliki hükümeti de bu noktada İran için en önemli çıkış kapılarından birisi olarak bulunuyor. Özellikle bölgedeki en önemli stratejik müttefiki olan Esed diktasına yardım edilmesi noktasında Maliki önemli işlevler görmeyi sürdürüyor. Bu çerçevede silah sevkiyatı ve lojistik destek anlamında Irak hava/kara sahası Maliki tarafından İran’a verildi. Bu yönde batılı kaynaklar ve Iraklı yerel kaynakların yanı sıra Suriye muhalefeti de birçok bilgi/belgeyi dünya kamuoyu ile paylaşmıştı.

Suriye başta olmak üzere İran’ın attığı adımlar ve gelişmelerle ilgili olarak el-Irakiyye grubundan milletvekili Salih Mutlak da görüşlerini dile getirdi. Ahmedinecat’ın Irak’a yapacağı ziyareti değerlendiren el-Mutlak İran’ın sadece Irak’ta değil aynı zamanda Suriye’de ektiği şeylerin yıkım, tahribat, katliam ve vahşet olduğunu söyledi. Ülkesine yönelik sistematik müdahalelerinden İran’ın hala vazgeçmediğini belirten Mutlak işgal ve sonrasındaki rolllerini de sorguladı.

Irak’a müdahaleler noktasındaki teşebbüslere işgal girişimiyle birlikte dikkat çeken Mutlak, İran’ın, Arap uyruklu adamlarının ve “vicdanını İran’a satmış Iraklıların” diye nitelendirdiği kesimlerin Irak’ı bugünkü duruma getirdiğini söyledi. Bunlara ilaveten bugün Irak hükümetinin ve Irak iktisadi aleyhine İran ile çalışanların ülkedeki genel yolsuzluk, hizmetlerdeki yetersizlik, sorunlar, musibetler ile helak olduklarını sözlerine ekledi Mutlak.

Konuşmasında vekil aynı zamanda Iraklılara ülkelerindeki mevcut durumu gayet iyi bilmelerini ve İran lehine ülkelerine daha fazla zarar verilme teşebbüslerinden önce dikkat etmelerini istedi. İran ile bir düşmanlıkları olmadığının altını çizen el-Mutlak ancak bunun karşısında kendi içişlerine müdahele edilmesini de istemediklerini söyledi. Durumun kendi çıkarlarının aksine ilerlemesini, bölgede halkının karşısında alet olunmasına ise rıza göstermeyeceklerini belirtti. İran’a sınırları dahilinde kalmasını, elini Irak ve Arap ülkelerin işlerine sokmamasını istedi.

Tam da bu noktada Irak halkının kesinlikle İran cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecat’ın ülkelerine yapacağı ziyareti hoş karşılamadığına işaret eden Salih Mutlak bunun sebebinin de Irak halkının İrandan çektiği ciddi sıkıntılar olduğunu söyledi. Iraklıların çoğunluğunun İran’ın siyasi karar mekanizmasındaki varlığı ve açık müdahalesinden rahatsız olduklarını belirten Mutlak bunun da kesinlikle İran’ın çıkarına olmadığını sözlerine ekledi.

Vekil Hamid Mutlak’ın söylediklerinin tüm Irak halkının lisan-ı halinin ifadesi olduğunu belirten millletvekili: “Necat ve beraberindekiler bilsin ki Irak halkı tüm kesimleriyle bu ziyareti reddetmektedir. Bunu hissiyatlarına bir meydan okuma olarak görmekte, kesinlikle çok sayıda Irak halkının evlatlarını katleden bu şahsı hoş karşılamamaktadır. Dahası eğer Maliki hükümeti böyle bir şey düşünmüş olsa dahi Necat’ın Irak topraklarında bir yardım icat etmesi de beklenmiyor. Aksine mantıklı ve adil olan Ahmedinecat’ın Iraklılara karşı işlediği tüm suçlardan dolayı hesaba çekileceği Irak’ta bir mahkemede yargılanmalıdır.” şeklinde konuştu.

Iraklıların bu talihsiz ziyareti reddetmelerinin bir tercümesi olarak tüm Irak eyaletlerinde protesto gösterileri düzenlenmesi gerekliliğine dikkat çeken el-Mutlak bu gösterilere katılmanın ülkenin bağımsızlık ve özgürlüğünü isteyen herkesin görevi olduğunu söyleyerek açıklamasını bitirdi.

IRAK’TA İDARİ VE MALİ YOLSUZLUK İNANILMAZ BOYUTLARDA


İRAN ANALİZ / Irakiyye Listesi bünyesindeki el-Vasat İttifakından milletvekili Muhammed İkbal yaşanan mali ve idari yolsuzlukların genel olarak Irak devletini zayıflattığını söyledi. Milletvekili açıklamasında idari kurumlar ve güvenlik birimlerindeki müfsitlerin temizlenmesini istedi. Mezkur birimlerin çoğunluğu Maliki başkanlığındaki Dava Partisi ve diğer Şii parti mensuplarından oluşuyor.

“İdari ve mali yolsuzluk bugün tüm hükümet kurumlarını yiyiyor. Irak devletinin genel olarak zayıf olmasının sebebi de budur.” diyen milletvekili ülkedeki mevcut duruma dair görüşlerini basın açıklamasıyla paylaştı.

Ehil olmayan şahısların yetki makamlarına getirilmesine engel olma noktasında siyasi grupların zorluklar yaşadığını kaydeden İkbal yaşananlar karşısında sessiz kalmanın da mümkün olmadığını sözlerine ekledi. Iraklı siyasi gruplar arasında uyum olmaması, yürütme kurumları ile denetim kurumları arasındaki ihtilafların mevcudiyetinin bunların gerçek anlamda görevlerini yerine getirmemesiyle sonuçlandığını belirtti.

Müfsitlerin çöreklendiği güvenlik birimleri ve idari birimlerden bunların temizlenmesi gerektiğini söyleyen vekil başbakandan başlamak üzere tüm birimlerine kadar yolsuzluğa batan hükümetten bunu yapmasını istedi. “Devletin vücudunu kemiren bir terör şirketi halini alan yolsuzluk mafyasını bitirmek için bir strateji belirlenmesi” yönünde cümleler serdetti.

Şeffaflık Komitesi, Genel Denetim kurumları gibi yolsuzlukla mücadele edecek kurumların varlığına rağmen neticenin istendiği gibi olmadığına dikkat çeken vekil tüm bunların asıl sebebinin gerçekte siyasi süreç olduğu gerçeğini ise es geçti.

2010 yılında meclisin aldığı yolsuzlukla mücadele milli stratejisi 2010-2014 yıllarını kapsayacaktı. Ancak şimdiye kadar yolsuzlukla mücadelede hiçbir ciddi adımın atılmadığı, aksine şeffaflık komitesi ve şeffaflık komisyonu üyelerinin dahi mecliste yolsuzluklara bulaşan siyasi parti temsilcilerinden oluştuğu biliniyor.

2011 yılı için Uluslararası Şeffaflık Örgütünün raporlarında en fazla yolsuzluk yaşanan ülkeler sıralamasında Afrika/Ortadoğu ayağında Somali, Irak ve Sudan geliyor.

IRAKTA MÜSLÜMANLARI ÖLDÜRMEYE SON VERİN KAMPANYASI


İRAN ANALİZ / Fanatik Şii Nuri Maliki iktidarındaki Irak hükümetine bağlı cezaevlerinde Sünnilere yönelik toplu idamlarda yoğun artış yaşanması, aynı şekilde ülke genelinde geniş kapsamlı rastgele tutukmaların yaşanması nedeniyle farkındalık oluşturma adına bir kampanya başlatıldı. Facebook üzerinden başlatılan İngilizce kampanya “Irak’ta Müslümanları Öldürmeye Son Verin” başlığını taşıyor.

Soykırım ve etnik temizlik halini alan tehlikeli gidişittan dünya kamuoyunu duyurmak için İngilizce başlatılan kampanya aynı zamanda Arapça sayfasını da hizmete soktu. “Irak’ta Müslümanları Öldürmeyi Durdurun!” başlığı taşıyan kampanya sosyal paylaşım sitesi facebook üzerinden duyuruldu. Sistematik bir şekilde yürütülen tutuklama, göçe zorlama ve öldürme gibi özellikle Ehli Sünnet kökenli Iraklı vatandaşları hedef alan haberler, gelişmeler ve yaşananlar kamuoyu ile paylaşılıyor.

Kampana sözcüsü Abdullah Abdurrahman ed-Devseri yaptığı açıklamasında: “Kampanyanın amacı ilk olarak Nuri Maliki hükümetiyle şu an Irak’a hükmeden Şii milislerin işlediği faciaları hedeflemektedir. Dünyanın inanılmaz garib ve suskun tavrının ışığında Ehli Sünnete yönelik bu suçları göstereceğiz.” dedi.

Bu kampanya ile birlikte Arapça ve İngilizce bir şekilde Irak’ta yaşananlara dünya kamuoyunun odaklanmasını hedeflediklerini sözlerine ekleyen ed-Devseri diğer dünya dillerini de eklemeye çalıştıklarını belirtti. İmkanları ve şartlar ne olursa olsun bir an bile olsa Maliki hükümetinin işlediklerini ifşa etmekten geri durmayacaklarını sözlerine ekledi.

Irak’taki Sünni kökenli vatandaşlara yönelik inanılmaz bir mezhepçi politika güden Maliki hükümetine, çeşitli Şii örgütlere ait gizli/açık cezaevlerinde 700.000′i aşkın kişinin tutuladuğuna inanılıyor. İşkence, dayak, kötü muamele ve en temel insani gereksinimlerin dahi temin edilmediği cezaevinde tutuklananların nerdeyse tamamına yakınının somut bir delil olmaksızın, daha önemlisi somut bir suçlama dahi bulunmaksızın, mahkemeye çıkartılmaksızın tutuklu bulunduğuna dikkat çekiliyor.

Son aylarda gittikçe yoğunlaşan bir şekilde masum Sünni mahkumların toplu şekilde idam edildiği gelişmeler yaşandı.

Kampanyanın takibi için bu site ziyaret edilebilir http://www.facebook.com/stopkillinginiraq

Arslan Bulut: Türkiye’yi Irak’a çevirmek hayali /// CC : @ArslanBulut1


ABD’nin “Foreign Broadcast İnformation Service” adlı bir bülteni vardır. Kısa adı ile FBIS bülteni denilen bu dergi, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanır, bütün ABD Büyükelçiliklerinde bulunur ve bütün ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları’na dağıtılır!

27 Haziran 1995 tarihli FBIS bülteninde, ABD’nin eski Moritanya Büyükelçisi David Adolph Korn’un Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeler yayınlandı.
O görüşmede, terör örgütünün başı Öcalan, “Biz Amerika’da olduğu gibi federal bir devlet, İspanya ve Almanya’da olduğu kadar da demokrasi istiyoruz. Eğer Türkiye kimlik, kültür, dil ve ekonomiye dayalı haklarımızı verirse, şiddeti bir günde durdururuz. İsteğimiz, soykırıma son verilmesi ve bunun için ABD’nin aracılık yapmasıdır. Biz ABD kuruluşları ve vatandaşlarına yönelik hiçbir eylem yapmadık” demişti.

Bu görüşmenin FBIS bülteninde yayınlanması, ABD’nin PKK’ya aleni desteği demekti!

***

2005 yılında, PKK turizm bölgelerinde bombalı saldırılar başlatmıştı. O sırada bize mektup gönderen Nevzat Erkeskin, “Yapılmak istenen, emin olun, bundan Erdoğan ve Gül’ün de haberi var; ABD ve AB tarafından desteklenen ve son zamanlarda tırmanış gösteren PKK terörü baskısıyla Türk Devletini PKK ile masaya oturtmaktır. Masaya oturduktan sonra federasyon konuşulacak, daha sonra da Irak’ın kuzeyindeki oluşumla Türkiye içinde oluşturulan federasyon birleşerek denize de açılma imkanı olan bir Kürt devleti kurulacak” demişti.

Sonraki olaylar Erkeskin’in söylediği gibi gelişti. Gerçekten Türk devletini PKK ile masaya oturttular. PKK’nın ’Demokratik Özerklik’adlı federasyon planı da kabul edildi. Referandum ve genel seçimlerden sonra, PKK ile yapılan anlaşma askıya alındığı için örgüt yeniden saldırılara başladı.

***

O günlerde rahmetli Behiç Kılıç, “Apo bitti Barzani verelim” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

“PKK’ya karşıyız diyenler, Elde silah can alan, PKK kökenli eşkıyaya karşı operasyon yapılmasına olabildiğince set çekiyor.. AB-ABD de ’Karşında beni bulursun’ diyebiliyor, içerideki aydınlar da bildirilerinde ’PKK ateş kessin, devlet operasyonları durdurup koşulsuz af çıkarsın, bunlara siyaset imkanı verilsin’teklifine elçilik yapıyor.

Bu, Abdullah Öcalan’ın Ankara’ya teslimiyle ivme kazanan bir süreçtir! Buna ’PKK işini gördü sıra Barzani’de süreci’diyebiliriz ve Batı patentlidir. Ülkemizde ’PKK’ya biz de karşıyız’kampanyası inceden inceye başlatıldığı sırada, Barzani kaynakları da Abdullah Öcalan’ı yaylım ateşine tutmaya başladılar. Barzani’nin yayın organlarında Abdullah Öcalan yerden yere vuruluyor ve Kürtçü hareketlerin Barzani bayrağı altında toplanması isteniyor. Abdullah Öcalan’a ’Türk Genelkurmayı’nın adamı’ (!) bile deniliyor. Bu propaganda Batılı stratejisyenlerce yürütülüyor. Kürt kimlikli insanlara şu dayatılıyor:

’Barzani, Irak’ta devleti kurdu. Bu devlet Batı’nın her türlü desteğine sahip. Petrol bölgelerini kontrol edip zengin olacak. Irak’ta merkezi hükümeti de kontrol edecek. Ardından sırasıyla bu devletin toprakları İran, Suriye ve Türkiye’ye de yayılacak.’

Türkiye’de artık her etnik evin içinde kabul edilen strateji şudur:

’Doğu ve Güneydoğu’da yaşayanlar da K.Irak’ta kurulan Kürt devletinin elde edeceği petrol gelirlerinin nimetlerinden yararlanacak. Buradaki ihalelerin, ticaretin söz sahipleri haline gelecekler. Zenginleştikçe Türkiye’de etkinlikleri artacak. Sırası geldiğinde de…’

Hayal şudur:

’Irak’ta nasıl hem devletimiz var hem Bağdat’a hakimiz, bu Türkiye’de de böyle olacak!’

Bugün PKK adı ile eylem yaptığını, can aldığını, şehirlere sızdığını, Kandil’den geldiğini okuduğumuz terör gruplarının aslında Amerikan destekli Barzani stratejisine hizmet eden öncüler olduğu konusunda bilgiler mevcut. Ve bu Kürtçü siyaset, silahlı silahsız platformlarda ilerledikçe, Ankara da iç çekişmelerle doğru dürüst bir tavır sergileyemediği için Türkiye’nin Kürt insanlarının kafasını karıştırmaktadır.”

***

Şimdi Barzani’nin AKP konresinde boy göstermesi ile Kürtlerin kafası daha da karıştırılmıştır. Peki bu tabloya AKP seçmeninin bir diyeceği yok mudur?

Yeniçağ

MALİKİ’Yİ İKTİDARA GETİREN AMERİKA YENİDEN DEVREDE


İRAN ANALİZ / Kukla Maliki başkanlığındaki Irak’a son haftalarda yoğun şekilde Amerikan işgal ordusuna ait çeşitli birliklerin geldiği yönünde önemli bilgiler yer alıyor. Buna göre sözde Irak hava sahasını kullanarak Suriye’ye giden İran uçaklarını teftiş etmek amacıyla ülkeye geldiği öne sürülen askerlerin başkentteki Müsenna Hava üssünde konuşlandığı, yine Suriye sınırına da bir kısmının gönderildiği kaydedildi. Iraklı kaynaklar ise asıl amacın Suriye direnişinin büyük başarısı nedeniyle Maliki hükümetine yönelik tehdidin açık hale geldiği, sınır kapılarını kontrol etmekte aciz kalan Şii güçlere destek verilmek olduğunu belirtiyor.

Kuveyt es-Siyase Gazetesinin aktardığına göre bu Amerikan işgal askerleri aynı zamanda el-Kaide’ye karşı savaşan hükümete bağlı özel birliklere operasyon, baskın ve silah eğitim de verecek. Iraklı kaynaklara dayandırılan habere göre Suriye ile sınırdaki Anbar eyaletinde bulunan sınır kapılarına çeşitli Amerikan işgal askerleri konuşlandırıldı. El-Velid ile Kaim sınır kapılarına yerleşen işgal askerlerinin günlük olarak Suriye’ye geçecek tır ve araçları kontrol edeceği öne sürüldü. Ninova eyaletindeki Rebie sınır kapısına da bu askerlerin yayılacağı yönünde Kürt kaynaklarının bilgi sızdırdığı ileri sürüldü.

Gelişmelerle ilgili olarak el-Irakiyye’den Hamid Mutlak yaptığı açıklamasında Bağdat ile Washington arasındaki anlaşmaya göre belirli zaman ve şartlar altında Amerikan askeri birliklerinin girişine izin verileceğine dikkat çekti. Siyase gazetesine konuşan ve meclis savunma/güvenlik komisyonu üyesi olan milletvekili Mutlak:” Amerikanın tüm Irak-Suriye sınır kapılarını kontrol edecek askeri güçlerini yerleştirmesi yönündeki doğrulanmamış taleple ilgili komisyonun şüpheleri ve çekinceleri mevcut. ” dedi. Komisyonun bu gelişmenin detaylarıyla ilgili bilgisi bulunmadığını itiraf eden Mutlak, başkanlığını Nuri Malikinin yaptığı Silahlı Kuvvetler Genel Komutanlığı ofisinin olayla ilgilendiği gerçeğini gözler önüne serdi.

Konuşmasına devam eden Mutlak, Washington’un 2003 yılında ülkeyi İran nüfuzuna teslim etmekle büyük hata ettiğini anladığını ileri sürdü. Suriye krizinin İran liderliğinin sahip olduğu Irak’taki hava, deniz ve sınır kapılarındaki istismarı, Beşşar Esed rejimine desteğiyle her şeyin ortaya çıktığını sözlerine ekledi.

Irak direniş grupları, Irak Müslüman Alimler Heyeti ve birçok vatansever oluşum 2008 yılında imzalanan SOFA anlaşmasını kabul etmediğini, bunun işgalci ile onun atadığı kukla iktidar arasında imzalanan hükümsüz bir anlaşma olduğunu belirtmişti. Anlaşmanın işgalin devamını meşrulaştırdığını, elinde yetki olmayan işgal hükümetinin bunu engellemeye gücü de niyeti de olmadığını belirtmişlerdi. Mutlak’ın ifade ettiği gibi istediği an ve istediği zamanda, istediği kadar askeriyle Amerikan’ın Irak’a girdiği ve gireceği gerçeği bir kez daha ortaya çıkmış oldu şeklinde değerlendirmeler yapılıyor.

Iraklı kaynaklar ve gözlemciler ise Amerikan işgal güçlerinin yeniden gelmesinin asıl sebebinin sınır kapılarını kontrol etmekte aciz olan Maliki hükümetine yardım etmek, Suriye içinde Esed rejimine inanılmaz darbeler vurarak ülkede kontrolü ele geçiren Suriye Direnişinin muhtemel etkilerini en aza indirgemek, Irak direnişiyle Maliki’yi tehdit eden oluşumlar arasındaki irtibatı kesmek olduğuna dikkat çekiyor.

ERGUN ÖZGEN : VİETNAM, IRAK, SURİYE VE SINIR ÖTESİ HAREKAT İLE İLGİLİ SİYASAL SONUÇLAR


Dış destekli bölücü ve terör olaylarının zaman zaman ivme kazandığı günümüzde, Irak üzerinden salınan PKK militanlarına karşı yürütülmesi ön görülen operasyonlar sürekli olarak gündeme gelmektedir.

2000 yılına kadar 15 seneden fazla süren harekat sonucu bölücü terör, TSK. tarafından sıfır noktasına getirilmiş iken, müteakip safhada AB normları ve birtakım kriterler gerekçe gösterilerek peş peşe çıkan aflar, eve dönüş yasaları,güvenlik güçlerini acze düşürerek savunma reflekslerini etkisiz hale getiren yasal uygulamalar, umut edilen sonuçları sağlamadığı gibi, konuyu tekrar başa döndürmüştür… Bu gün peşe peşe toprağa verilen şehitlerimizin gerisinde bu munkabız siyasi anlayış yatmaktadır.Başa dönüşe neden olan olaylar serisinde ülkenin güvenlik açısından hukuk yapısı pasivize edilmiştir. Daha önceden de olduğu gibi, legal örgütlenme, legal propaganda ve legal eylem safhaları tekrar uygulandıktan sonra, şimdi de illegal örgütlenme, illegal propaganda ve illegal eylem düzlemine gelinmiştir. Halen psikolojik harekatın silahlı propaganda safhası, PKK tarafından bu istikamette güncelleştirilmektedir.!!!Devam eden süreçte, legal yapıdaki yandaşlarının ise, BMM. yer almaları bu durumda sürpriz olmamıştır!

Bir şiddet veya terör olayının periyodlarına bakıldığında, bunun bir takım çevreler tarafından hileli bir yönlendirme mi? Yoksa toplumun yapısından kaynaklanan ve kendiliğinden şekillenen bir olay mı? olduğu konusu , oluşumun sosyal içeriğinde yansımaktadır…Bu süreç, Türkiye’de toplumsal olmayıp dış destekli ve manüple bir olaydır!!! Türkiye işgal gücü konumunda yabancı bir coğrafyada işgalci olmayıp kendi coğrafyasında ulusal bütünlüğü ve milli varlığına yönelik saldırılara karşı mücadele vermeye mecbur bırakılmıştır.

Günümüzde cephesi olmayan bir savaş dönemine yöneldiğimiz artık yadsınamayacak bir durum göstermektedir.Yakın geçmişte ise, ABD’in soğuk savaş döneminde ideolojik temelde hedefleri içinde ön gördüğü husus, coğrafyanın belli bölgelerini kontrol ederek, hasmın muhtemel harekat tarzlarını engellemeyi amaçlamış olmasıdır…Bu bağlamda da çatışma alanları KORE ve sonra da VİETNAM olmuştur… Konu güncelleşen hali ile de halen AFGANİSTAN ve IRAK COĞRAFYASI üzerinden dolaylı şekilde BOP sürecinde SURİYE ‘ye uzanmış olup, gelişmelerin tümü anılan BOP projesinin evrelerinde şekillenmektedir…

Giderek asimetrik savaşın özellikleri, bilinen askeri kuralların önünde yer almasında izlenmektedir.Ufak ülkelerin, ABD gibi büyük güçlere karşı imkanları ise, sınırlı kalmıştır…. Güçlü ülkelerin geniş imha silahlarına mukabil hedef ülkeler, coğrafyanın her yönünü olduğu kadar piyasa ekonomisinin de istikrar isteyen yapısını tahribe yönelik modellere yönelecek gibidir…Bu sürecin, değişen koşullara göre farklı bir savunma refleksi içinde yer alması da muhtemeldir… Vietnam, Afganistan ve Irak örneklerinin ayrıca bu açıdan dikkate alınmasında yarar vardır. Diğer ifade ile, düşük maliyetli silah sistemleri ile, büyük maliyetli saldırı ve işgal güçlerine karşı vur kaç takdikleri ile, yıpratma modelleri içinde süreç sürmektedir…

Vietnam’da yaklaşık 330.000 km2 bir alanda 60 milyonun üstünde bir nüfusun yarısının güney bölgesinde olmasına karşın, ABD Vietkong ve Kuzey Vietnam örgütsel yapısına kayan kesimini kontrol için birkaç bin kişilik müşavir kadrosu ile geldiği bu ülkeden 543.000 kişi olarak 1972 Aralığında ayrılmak zorunda kalmıştır.

Kuzey Vietnamlılar işgal sürelerinde dünyanın en güçlü ordusuna karşı asimetrik savaşın cangıl yapısındaki bir arazi kesiminde ilginç mücadele metotları geliştirmişlerdir. Hemen hemen her bölgede geniş bir cephe oluşturmadan, ABD güçlerinin gerisine sızmalar, orman koşullarının imkanlarında yararlanmalar, iskan bölgelerinde terör amaçlı bombalama eylemleri, gerektiği ortamlarda iskan alanlarında ev ev çatışmaya girmeleri, ABD askerlerinin ölülerini ve yaralılarının ülkelerine gönderilmelerini ayrıca bir propaganda aracı haline getirilmesi, uygun ortamlarda aynı anda bir çok bölgede eyleme geçerek ABD güçlerini farklı bölgelere kaydırılmasının sağlanması, uyguladıkları stratejinin bölümlerinde izlenmiştir.

ABD. Kuvvetlerin Komutanı General Westmoreland, Kuzey Vietnem güçlerini açığa çekerek bu kuvvetleri kesin sonuçlu bir muharebeye zorlamaya çalışmışsa da bu konuda başarılı olamamıştır!!!

Kuzey Vietnam güçlerinin inatçı savunma modelleri içinde sürdürdükleri yıpratma harekatının sonunda ve bölgelerinde gereken kontrolleri sağladıktan sonra iskan bölgelerine sızdırılan ajanları aracılığı ile, işbirlikçileri ortadan kaldırdıkları görülmüştür….Genelde Vietkong ve kuzey Vietnam birliklerinin geceleri ufak bağımsız birimler halinde ve üniformasız olarak iskan alanlarına sızdıkları izlenmiştir. Bireysel saldırılarını, evlerin pencerelerinden, kalabalıkların içinden otomatik silahlar ve havan topları el bombaları ile, sürdürmüş ve ABD güçlerini cangıl muharebelerinin ötesinde iskan alanlarında da muharebeye mecbur etmiştir….. Harekatın seyri içinde, “önce Güney Vietnem askerlerini, hükümet görevlilerini, Amerikan sempatizanlarını ve özellikle de yabancıları hedef aldıkları, ayrıca doktorların, papazların ve öğretmenlerin de bu hedefler içinde oldukları görülmüştür… “Vıctor Hamsom Batı Neden Kazandı.sf..324”

Kuzey Vietnam ve Vietkong birliklerinin kesin zafere götüren harekatında sonuca giden saldırıları, 31 Ocak’ta …(Tet ateşkesini bozduklarında )…”80 binden fazla askerle Saygon, Quantgtri, Hue, Da Nang, Nha Trang,Quinhon, Kantum, Banmethuat, My Tho, Ben Tre şehirleri ile birçok iskan bölgelerinde ani olarak yaptıkları baskınlarında yoğunlaştırılmıştır!”… Bu saldırıların sonucu ise ,savaşın kaderini tayin etmiştir…”Vıctor Davıs Hanson Batı Neden Kazandı sf. 328”… Uzun süren yıpratma ve gerilla savaşından sonra kesin sonuç baskınla alınmıştır…Tet saldırısından sonra da ABD Vietnam’daki yarım milyona ulaşan kuvvetlerin çekmek zorunda kalmıştır!…

Konuya Irak cephesinden bakıldığında,Irak Savaşının bir gereklilik olmadığını bunun sadece bir tercih olduğunu, bu savaşın aynı zamanda kibrin ve cesaretin, ileri teknoloji sihirbazlığının ve kültürel cehaletin bir öyküsü olduğunu Michael R. Gordon Kobra II adını verdiği kitabında belirtmektedir..Sf.33, 34

Saddam’ın devrilmesinden bu yana geçen süre dikkate alındığında, Irak topraklarında sürdürülmekte olan direniş halen Vietkong’un mücadelesi paralelinde olduğu gibi Irak’ta da asimetrik olarak iskan alanları içindeki saldırılarla devam etmektedir. Her ne kadar ülke Süni, Şii, ve Kürt bölgeleri üzerinden demografik olarak ayrıştırılmaya çalışılmakta ise de bireysel saldırıların iskan alanlarında ve ABD ile işbirliğine yönelen hedefleri de içine alacak şekilde Şii, Süni ayrışmasının ötesinde bir seyir takip etmekte olduğu da görülmüştür….

Irak ordusunun Saddam döneminde Cumhuriyet Muhafızlarının ağırlıklı olduğu hatırlardadır. Bu dönemde, Irak ordusunun ,daha ziyade klasik bir kuruluş yapısından ötede HÜCRESEL olduğunu da Michael R. Gordon kitabında ifade etmektedir…sf.141

Bu hücresel kuruluşun bu günkü direniş yapısında önemli ölçüde etkili olduğunu da ifade etmek gerekmektedir. Bu örneğin Suriye ordusu yönünden de değerlendirilmesi gerekmektedir… Bilindiği üzere, Irak yaklaşık 450.000Km2 bir yüzölçümüne ve farklılıklarına rağmen 20 milyona yakın bir nüfusa sahip bulunmaktadır… ABD bölgeye 141 bin kendi askeri ve 7200 İngiliz olmak üzere 16.000 kişilik koalisyon gücü ile gelmiştir…Geçen süre içersinde ortaya çıkan blanço hatırlandığında Irak çoğrafyasında etnik ve inanç farklılıkları, bunlar arasında yarattığı çatışmalara rağmen ülke genelinde bir kontrol sağlanamamıştır…Esasen İngiliz kuıvvetlerinin Blair sonrası bölgeden çekilmesi ve diğer koalisyon güçlerinin de aynı istikameti izleyeceği açıklık kazanmıştır…

Blair ve İsrail patentli, neo-conların politikaları küresel düzeyde ABD karşıtlığını ve bu ülkeye olan güvensizliği de her geçen gün daha da arttır hale gelmiştir…

Bu bağlamda ,Orta Doğu’da gelinen noktada,Türkiye ile Suriye arasında tırmandırılan gerginliğin, sıcak çatışma safhasına kayması ve Türkiye’nin bir satranç körlüğü ile Suriye’ye girmesinin muhtemel seyrinin belirtilen örnekler içinde çok iyi değerlendirilmesi de gereklidir….

Diğer yönden,ABD. Bölgede petrol kaynaklarını ele geçirmiş, petrol satışlarını tekrar dolara çevirmişşe de, petrol fiyatlarının artması Chavez’e, İran ve RF gibi petrol üreticisi olduğu kadar ABD karşıtı olan ülkelere ekonomilerini güçlendirecek imkanları da sağlamıştır. Ayrıca, ABD’nin BOP kapsamında 22 ülkenin hudutlarının değiştirileceğine ilişkin BM. Antlaşması ile bağdaşmayan ifadeleri, gerek ABD ne ve gerekse, BM. Geleceğinin tartışılır hale getirmiştir…Bu kapsam da NATO gibi ittifak bağlarında ayrıca şüphelerin doğmasına neden olunmuştur!!!

ABD. finans üzerinden yürüttüğü, finansal kontrol politikalarına karşı, AB.de kendi para birimi oluştururken bunun dışında da Asya Pasifik Bölgesinde ayrıca yeni bir para birimi üzerinden ön görülen hedefler, ilerisi için ifade edilir hale gelmiştir.Bu süreç, küresel görüşlere karşı ayrı bir ayıraç ihtimalini korumaktadır. Ayrıca, ABD arka bahçesi olan Latin dünyasında başa oynayan Chavez’in Latin Amerika Birliği ve IMF alternatifi Güney Amerika Bankası kurulmasına ilişkin hedefi de dikkate alındığında, bu konunun da dikkatle izlenmesi gerekmektedir… AB.uygulamasını takiben Asya Pasifik para biriminin de ileride gerçekleşmesinden sonra, Latin Amerika da benzer bir uygulamayı başardığı takdirde ABD ‘nin dolar üzerinden yürüttüğü tek kutuplu dünya stratejisinin bütünü ile çatlaması söz konu olacaktır…” …Doların dünyanın tek gerçek ihtiyat akçesi olarak kalma kabiliyeti birden bire sona erebilir… Immanuel Wallesstein. Amerikan Gücünün Gerileyişi sf. 257”… Venezuela, Peru, Arjantin, Bolivya, Nikaragua,,Küba ,Brezilya’da giderek artan ABD karşıtlığı üzerinde, son zamanlarda Bush’un dünya genelinde ortaya koyduğu güvensizlik politikalarının etkisi önemlidir.… Konu, piyasa ekonomisi kapsamında, farklı rezerv para alanlarına kayması kadar, BM. Teşkilatının da, ayrıca son güvensizlik politikaları dikkate alındığında, bu kuruluşun da yeni bir yapılaşmayı zorlaması ihtimaller içinde yer alabilecek gibidir!!!…

RF ve Çin’in olduğu kadar, Latin dünyasının ABD karşıtlığı , Irak harekatı sonrası bu ülkenin geliştirdiği güvensizlik politikalarının dünyadaki yansımalarının sonucu olmuştur. Başkan Bush’un Latin Amerika’da 8 Mart ila 14 Mart 2007 tarihleri arasında Brezilya, Uruguay, Kolombiya, Guatemala’ ya yaptığı gezilerden bir sonuç alamadığı izlenmiştir…Ayrıca, Putin’in Munih görüşmesi sonucunda ABD ye verdiği mesajda da aynı güvensizliğin yansımasını görmek mümkündür. Gelişmeler, ABD’in İkinci Dünya Savaşından sonra BM çatısında oluşturduğu güvene dayalı milletler topluluğunun, (BM) aynen birinci Dünya savaşından sonra oluşturulan Milletler Cemiyeti teşkilatının içine düştüğü durumunu anımsatmaktadır…Önümüzdeki yıllarda, bu politikaları sürdüğü takdirde, ABD karşıtlığı içinde şekillenecek ortamda Asya Pasifik merkezli yeni bir BM. Yapısında ülkelerin bir araya gelmeleri de şaşırtıcı olmayacaktır. Bu itibarla Irak Savaşı, sadece bölgesel bir sorun olmayıp siyasal sonuçları itibariyle de Vietnam Savaşından farklı olarak küresel düzeyde TEK KUTUPLU dünya anlayışının finansal hedefleri kadar BM. Yapısının da kaderini ve geleceğini etkileyecek sosyo politik ve sosyo ekonomik bir sonucu zaman içinde ortaya çıkaracak gibidir!!!

Bir diğer anlatımla, tarih zemininde konu değişik açıdan örneklendiği takdirde, 1956 Macar ayaklanması ile, 1968 Çekoslovak ayaklanmaları hatırlandığında, dünya genelinde ve sosyalist çizgideki ülkelerde konunun bir Sovyetleştirme hedefini içerdiğini görülmüştür…Bu süreç Avrupa komünizminde çatlamalara neden olmuş ve Moskova merkezli Sovyetleştirme modeli karşısında sosyalist ülkelerde geniş tedirginlik yaratmıştır….Benzer şekilde bu defa da, ABD. yapay ve gerçeği yansıtmayan gerekçelerle demokrasiyi ve özgürlükleri getiriyorum iddiası ile bir ulusun geleceğini ve varlığını yok etme noktasına gelmiş, iddia ettiği nedenlerin de hiçbir şekilde gerçekle ilgisinin olmadığı ne Irak örneğinde ne de BOP sürecindeki uygulamalardan anlaşılmıştır… Sovyetlerin saldırgan politikası ne şekilde sosyalist dünyada güven ve inanç birliğini sarsmış ve kendi içinde bölünmelere neden olmuşsa, aynı şekilde de ABD.nin zorbalığa kayan demokratik(!) görüntülü politikaları hür ve bağımsız dünya ülkeleri arasında, bu ülkenin,gizli emellerine karşı güvensizliğin doğmasına neden olmuştur…Özetle, bilinen özgürlüğü ve demokrasiyi tanımlayan bütün kavramların içlerinin birer birer boşaltıldığı ve bunlara farklı anlamların yüklendiği ve konunun psikolojik savaşın araçları olarak kullanıldıkları izlenmiştir!!! Bu nedenledir ki, söz konusu süreç ileride dünya genelinde yeni bir güvene dayalı birlik ihtiyacının doğmasına ve bunun da muhtemel sonuçlarının BM’ne yeni bir veçhe verilmesine neden olabilecektir!!!

ABD içine çekildiği Irak ve daha sonra da Afganistan kaosundan çıkmanın arayışları yanında bölgede dengeleri bozan siyasal yapılaşmanın kaderi konusunda ayrıca, içinden çıkamayacağı bir konuma gelmiştir. Bir taraftan ülke içinde yandaş iktidarı kollarken, diğer yönden de İsrail’e stratejik destek sağlaması konusunda ki politikası yanında Kuzey Irak oluşumunun geleceği bakımından da ortaya çıkardığı açmazlarıdır. Türkiye açısında asla kabul görmesi mümkün olmayan bu süreç NATO içinde ABD ile ilgili güvensizliği de had safhaya taşımıştır. Bu konu her ne kadar ifade edilmiyor gibi görülse de gerçekte ip kopmuştur.Kopuk,düğümlenmeye çalışılmakla beraber bu düğüm bundan sonra her zaman ele gelecektir!!!

ABD Irak’ta konuşlandırılmış bulunan kuvvetlerini mevcut gelişmelere göre azaltmasına gidilmiştir…. Esasen 2006 yılında James A. Baker ve Lee H. Hamilton tarafından düzenlenen raporun içeriği de hatırlardadır. Bu konuda ABD’nin 141.000 askerinin olduğu koalisyon güçlerinin de 16.000 civarında bulunduğu bunun 7200 İngiliz birliklerinden oluştuğu yukarıda ifade edilmiştir. ABD’nin işgal süresi içinde Irak’taki mahalli güçlerin genel toplamının da 326.000 kişiden oluştuğu da anlaşılmaktadır. Bu güçlerin 138.000 Irak muvazzaf birliklerinden olduğu, “188.000 kişini de Irak Polis teşkilatında yer alacakları” raporda belirtilmektedir…( Bu rakamlar son durumu itibariyle arttırılmış olarak görülüyor.)…Bunun dışında Kuzey Irak bölgesinde 100.000 kadar peşmerge gücünün de yer alacağı ifadelerde yer almaktadır… Rapor kapsamında geçen süre içinde ABD kayıplarının ölü 3.500, yaralıların da 25.000 civarında olduğu da görülmüştür.. Bu miktar asıl muharip unsurların Irak’tan tahliyesine kadar sürmüştür…..

Özetle, Irak iç güvenliğinden yeni düzenlemeye göre bu güçler sorumlu olacak gibi görülmekle beraber, Irak Ordusunu teşkil eden unsurların muharebe kabiliyetleri kadar moral durumlarının da yetersiz olduğuna ilişkin görüşler de vardır…Esasen Irak’ta süre gelen bombalı saldırılar karşısında bu güçlerin yetersiz kaldıkları da ayrıca izlenmektedir..

Yabancı basında çıkan haberler de hatırlandığında, ABD Irak’tan çekilmesi gerçekleşmiş olsa bile, Washington’un gözetiminde Kürt bölgelerinde 4 askeri üs oluşturacağı bunların Dohuk, Erbil, Süleymaniye, Tayara da olacağı, diğer üslerden birinin Kerkük bölgesinde, bir diğerinin güneyde Talil’de, batıda ise, El Esad’da, Merkez de de Balad bölgesinde oluşturulacağına ilişkin yorumlar hatırlanacaktır… Bu üslerin tamamlanmasını takiben de Baker planı kapsamında ön görülen çekilme sürecinin başlayacağı tahminlerde yer almıştır…..Son duruma göre de uygulama bu görüşe uygun olarak şekillenmiş gibidir…

Bu konuda önemli olan ABD asli muharip kuvvetlerinin çekilmesini müteakip söz konusu üslerde kalacak olan birliklerin güvenliğinin ne şekilde sağlanacağıdır…. Irak, görülen bölünmüş yapısına rağmen kaynayan kazandır. Bir askeri üs, ancak dost ve müttefik ülke topraklarında güvenliğini sürdürme ve fonksiyon icra etme yeteneğine sahip olabilir… Vietnam’da ABD üsleri ittifakında bulunan Güney Vietnam kuvvetlerinin desteğine rağmen güvenliklerini sağlayamamıştır…

Tırmanan direniş sonucunda, bu ülkedeki kuvvetlerini yarım milyona kadar çıkarmak zorunda kalmıştır. Ayrıca Vietnam’da görev yapan askerlerin %15 muharip olduğu dikkate alındığında ( Vıctor Davıs Hanson Batı Neden Kazandı sf. 355) Irak’ta görev yapacak kuvvetin üslerdeki durumuna göre bunların, ülkede sağlayabileceği kontrol orta ve uzun vadede ne düzeyde olabilecektir?!!! Irak ordusunun muharebe gücünün yetersizliği dikkate alındığında, bu üslerdeki kuvvetlerin güvenlik sorunu ile karşılaşmaları sürpriz olmayacaktır… Sovyetlerin Afganistan’ı işgal ettiklerinde de Babrak rejimi her türlü desteği Sovyet Birliklerine sağlamıştır…Bu bağlamda işgal bölgelerinde Sovyetler oldukça güçlü üsler de oluşturmuşlardır… Ancak bu üsler mevcut imkanlarına rağmen direniş güçlerinin sürekli baskı ve tacizleri altında kalmışlar ve görev yapamaz hale gelmişlerdir! Benzeri halen Afganistan’daki NATO üslerine karşı sürmektedir….

Güncel olaylar dikkate alındığında, Suriye üzerinde devam etmekte olan gerilim sürecinin Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden çözümlenmesi amaçlanıyorsa, bu konuda, Türk siyasetinin yukarıdaki örnekleri çok iyi değerlendirmesi de gerekmektedir….

Aynı durum Irak’ta ileride ABD üslerinin başına da gelebilecektir…Benzeri ise,Suriye de yer işgal edilmesi durumunda TSK yönünden de geçerlidir…

Direniş ve harekatının gelecekte alacağı şekil, asli kuvvetlerin Irak’tan çekilmesinden sonraki aşamadaki muhtemel yapısına göre dikkate alınmalıdır… Ayrıca, İran, yakınında kendisi için önemli ölçüde bir tehdit unsuru olarak göreceği bu üslere karşı da yandaş Şii gruplar kanalı üzerinden örtülü operasyon düzenleyebileceği gibi, Süni örgütlü güçlerin de aynı yolu izlemeleri beklenebilecek hususlar içindedir…Baas’ın örgütsel yapısı bölgede unutulmamalıdır… Vietnam da General Giap gibi bir strateji dehası ABD güçlerini dize getirmiştir. Aynı şeyi Irak İçin söylemek mümkün görülmese de, uzun süreceği muhakkak görünen Irak direniş hareketinin daha güçlü örgütlü bir yapıya kavuşması durumunda, Tet saldırısı paralelinde birçok iskan alanlarına ve üslere karşı gelecekteki bir operasyonun sürpriz sonuçları da olabilecektir…

Genel durum ve görüntü içersinde Türkiye yönünden PKK bağlantılı bir operasyonun Kuzey Irak bölgesine yönelmesine ilişkin görüşler ayrıca dikkate alındığında ise, bu husus da güncelliğini korumaktadır. Türkiye komşu bir ülkeden gelen sürekli taciz altındadır… ABD 10.000 km öteden uyduruk gerekçelerle gelerek bu ülkeyi işgal etmiştir. Türkiye’nin meşru müdafaa hakkından doğan taleplerine karşı da inandırıcı olmayan ve güvensizliği arttıran yanlı yaklaşımlarını sürdürmektedir.

Türkiye’nin sınır ötesi bir operasyonuna karşı bir takım çevrelerden örtülü muhalefetin ve propagandanın yürütüldüğü de görülmüştür…Türkiye’nin sıkıntısı, kararsız bir siyasi iradeye ülkenin güvenliğinin teslim edilmiş olmasıdır…Çözüm yolları kararlı siyasi kadrolar tarafından her zaman bulunabilecektir. Bu konuda öncelikle ;

Siyasi yönden gereken desteklerin RF ve Çin gibi ülkeler ile yapılacak olan temaslar sonrası sağlanması mümkündür. Bilindiği üzere, ABD’i SALAM politikasını hedef gördüğü her ülkede bulunan etnik farklılıklar üzerinden yürütmektedir. Türkiye’ye karşı Kürt ayrımcılığına destek veren bu emperyalist anlayış, İran’da Azeri Türkleri ile Pers toplulukları üzerinden iç çatışmayı tetiklemeyi amaçlamaktadır. RF için hassasiyet ifade eden Kafkasya bölgesi de aynı siyasal hedefler içinde kullanılmaya çalışmaktadır. Çin’de ise, Doğu Türkistan’ı etnik çatışma alanları içine çekmeye çalışması da bu stratejinin bölümleri içindedir!!! Bu bağlamda ABD’nin benzer uygulamalarına muhatap olan ülkelerin ortak politikalar ile, birbirlerine destek vermeleri mümkündür…Zira sıra onlara da gelecektir!!!

En önemli konulardan biri de Ekonomik yapıda sıcak paranın çekilmesinin bir siyasi santaj olarak bazı görüşlerde yer almasıdır. Sıcak paranın eskisi kadar manevra alanının olmadığı dikkate alınmalıdır. Bu gün dünya ticaret ve sanayinin ihtiyacının çok üzerinde karşılığı olmayan para, kendine yer aramaktadır!…Bu para, bir alandan çekildiği takdirde tekrar plase edilemezse, ve kaçan paranın yerine başka bir kaynaktan bir finans akışı olursa, geri çekilen para çekenin elinde kalabilecektir!…Bu konuda önce ülkenin merkez bankası kaynakları yeterli ise, böylebir siyasi amaçlı finansal açığın kapatılması kısa süre için mümkündür. Bir diğer yönden Çin ve RF, Hindistan gibi döviz rezervleri giderek gelişen ülkeler de mevcuttur.Zengin Arap ülkelerinin finans kaynakları da söz konusudur! Bu ülkelere devlet güvencesinde hazine kağıdı aynı faiz üzerinden anlaşma olduğu takdirde satılabilecek ve gerekli finans açığı kapatılabilecektir… Tekrar edildiğinde DÜNYA TİCARET VE SANAYİNİN İHTİYACININ çok üstünde karşılığı olmayan finans bir ekonomiden çekildikten sonra, kendisini plase edecek bir başka ekonomik alan bulamadığı takdirde çekenin elinde kalacağından eskisi kadar siyasi amaçlı olarak bu finansın manevra sahasından bahis etmek mümkün değildir.. Bu konunun da iyi değerlendirilmesinde yarar vardır.

– Bir diğer husus da küresel finansın siyasi amaçlı santaj ve baskı unsuru haline getirilmesi konusunda ulus devletler arasında olmasında yarar olan dayanışmadır. Hatırlanacağı üzere, Mart teskeresi çıkmayınca ortaya çıkan gelişmeler içinde Dick Cheney’in baş danışmanı olan Scooter Libby’in ders alınacak olan bir ifadesidir…Aynen şunu söylemiştir…” Washington geri çekilsin ve FİNANSAL PİYASALAR Türk ekonomisinin defterinin dürülmesine verilsin…Michael Gordon Kobra II Sf. 138”…. Bu ifadeden anlaşıldığı üzere, ABD’nin Başkan H. Taft dönemindeki dolar politikası ile T. Roosevelt’in sopa politikası güncelliğini korumayı sürdürmektedir.

– Bu noktadan hareketle, benzer uygulamaların ulus devletlere karşı bir baskı unsuru olarak zaman zaman güncelleştirileceği anlaşılmaktadır… Konu belirtilen açıdan ele alındığında, gene Çin, RF :i, Hindistan vb..diğer devletlerin kendi kaynaklarından oluşturacakları ortak bir FİNANSAL KRİZ FONU gerçekleştiği takdirde, küresel güçlerin ülkelere finans üzerinden uygulayacakları baskılar veya ani para çekilmesinde ortaya çıkabilecek sorunlar, karşılıklı mali destekle engellenebilecektir…Bu şekilde de beklenen siyasi santajın önü alınmış olabilecektir…

-Türkiye açısından PKK karşı sınır ötesi bir harekatın kesin sonuç sağlayabilmesi ise, siyasi kararlılıkla orantılıdır.

Bölgede mutlaka Olağanüstü Hal ilanı ile bütün kuvvetlerin tek bir komuta altında toplanması, harekatın daha önceki safhasında da olduğu gibi görüntüye gelmiştir. AB normları yutturmaları ile bazı çevrelerin sipariş üzerinden yaygaraları olabilecektir. Fransa’da Paris caddelerinde araçlar her gün yakılmaya başlayınca güvenlik koşulları içinde Fransız Hükümeti Paris’te olağanüstü önlemleri hemen almıştır. ABD’de 11 Eylül den sonra Vatandaşlık yasaları çıkartılarak kamu güvenliğine ilişkin konularda marjinal düzeyde önlemler alınmaya yönelmiştir….Bu bağlamda, BMM.den Genel Kurmaya sınır ötesi harekatın yetkisi de, gün ve saat komutanlığın takdirine bırakılmak üzere ön görülecek insiyatif verilmiş olması gerçeği ortaya çıkmıştır…

Konu ile ilgili olarak sınır ötesi harekatın farklı bir örneği ile bağlantılı bulunan Çin ile Kuzey Vietnam arasında 1979 meydana gelmiş olan çatışmadan bahsetmek mümkündür…. O tarihlerde Çin’e karşı Sovyetler ile Kuzey Vietnam arasında ortak savunma anlaşması bulunmaktadır. Çin ve Sovyet Rusya arasında gerginliğinin sürdüğü bu dönemde, Sovyetler, Kuzey Vietnam’da Çin’e karşı füze rampaları oluşturmuştur. Çin’de bundan son derece tedirgin olmuştur…

Netice itibariyle, 17 Şubat 1979 tarihinde Çin kuvvetleri ani bir baskınla Kuzey Vietnam’a bir DOZER operasyonu şeklinde100 km kadar girerek bölgedeki kendilerine yönelik bütün tehdit unsurlarının tümünü imha etmiştir …Sovyetler ile Kuzey Vietnam arasındaki bulunan ortak savunma anlaşması gereği Sovyetler Çin’e karşı hududuna yığınak yapmışlar, ancak kararlı politika karşısında kıpırdayamamışlardır!!!…Konuya genel güvenlik açısından bakıldığında ülke savunmasının yürek ve kararlılık istediğinin örneğini bu olayda görmek mümkündür.

Türkiye meşru müdafaasını BM. Anlaşmasının verdiği yetkiler çerçevesinde değerlendirmek hakkına sahiptir. Sorun siyasi iradenin zafiyetindedir… Gerek siyasi , gerek finansal çözüm şekilleri oluşturularak, askeri çözüm modellerinin de en azından Çin’in yaptığı DOZER operasyonu şeklindeki bir harekat ile PKK Kamplarına ve KANDİL üzerine gerçekleştirmesi imkanına Türkiye de sahiptir.

Irak işgalinin bölge ve dünya üzerindeki SİYASAL SONUÇLARINA bakıldığında, konu bir takım çağrışımlara neden olmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere, Vietnam Savaşı tümü ile jeopolitik ve jeostratejik açılardan Çin’in, Kore, Formoza, Vietnam hattı üzerinden tespiti ile bu ülkenin açık denizlere çıkmasını kontrol etmek ve Pasifik adaları üzerinde etkinlik oluşturmasını engellemeye yönelik bir harekat olmuştur…O günün koşullarında ideolojik olarak bölgeye ulaşamayan Çin, günümüzde Asya Tipi bir kapitalizm ile bölgedeki kontrolleri bu defa demokratik yöntemler ile piyasa ekonomisi üzerinden sağlamaya başlamıştır.

Bölgede Endonezya gibi potansiyel ve doğal kaynakları olan bu ülkenin 25 Nisan 2005 tarihinde Çin ile yaptığı anlaşma hatırlanmalıdır. Jacarta’da Çin Başkanı Hu Jintao ile, Endonezya Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono arasında imzalanan bu anlaşmaya göre, her iki ülke kendilerini stratejik ortak olarak kabul etmişlerdir. Benzer şekilde ayrıca Vietnam bile kuzey komşusu ile uzun süre çatışmış bir ülke olduğunu kabul etmekle beraber Çin ile ilişkilerini geleceğe yönelik olarak geliştirmeye yönelmiştir….

ABD.in küresel düzeyde giderek işgalci bir ülke imajı sağlayan tutumunun dünya genelindeki etkisi sürekli artmaktadır. Her çatışma bölgesinin arkasında bu ülkenin maksadı aşan politikası izlenmekte ve güvensizliğin de dünya genelinde artması söz konusu olmaktadır..Sudan, Somali, Etiopya, Eritre ,Kongo, Nanbiya, Sierra Leone, Uganda, Ruanda, Afganistan, Irak, Filistin ve yakın geçmişte de Kenya… vb. ülkelerde sömürgeci anlayışın emperyalist izlerinin çoğunda ABD’in parmak izlerine rastlanılmaktadır. Küresel finansın gerisinde olduğu bu çatışma alanlarının mağdurları kadar, küresel sermayenin ortaya çıkardığı işsizliğin sonuçları da batı toplumlarında tepkilere neden olmaktadır. G-8 toplantısına karşı , daha önceki Seatle, Prag, Davos, Salzburg, Cenova, Barcelona, Florenz kentlerindeki gösterilere En son Rostock kentindeki gösteriler de eklenmiştir…Gelişmiş ülkelerdeki İnsanlar, küresel finansın uygulamaları sonucunda işlerini kaybettikçe sosyal gerilimler de artmaktadır…

Irak’ın işgalinin petrol kaynaklarını denetleyerek AB. ve Çin’ ekonomisinin geleceğini denetlemeye yönelik model beklenilen sonuçları sağlamamıştır. Ayrıca Ulus Devlet karşıtı gelişen küresel sermayenin politik hedeflerinin de bu ülkelere yönelik tehdit düzeyini ortaya çıkarmıştır. Irak İşgali daha çok küresel sonuçları itibariyle sosyo politik ve sosyo ekonomik açılardan Vietnam Savaşından farklı olarak neticeler vermekte ve bilinen moral değerlerin de tekrar tartışılmasına neden olmaktadır…Irak işgali küresel finansın asli amacını ortaya çıkarmış bir şekilde de KÜRESELCİLERİN ŞİFRESİNİN çözülmesine neden olmuştur!!!

Nazi Almanya’sı ile daha sonra Sovyet diktatörlüğüne karşı özgürlüğü müdafaa eden ABD’i ,ne gariptir ki, giderek kendi içinde bile plutokrasinin ürettiği ve oligarşiye kayan bir parlamenter yapıyı başkanlık sistemi içinde Bush yönetimi ile sergilemiştir… Dünya üzerinde ekonomik kontrolu güç kullanarak ele geçirmeyi amaçlayan başkanlık sistemindeki bu parlamenter yapıda görünmeyen güçler, demokrasiyi siyaseti rant haline getirmek için ABD. potansiyelinden yararlanmayı amaçlamışlardır… ABD.ki Vermont Eyaletinden başlayan ve iflasa giden diğer bazı eyaletlerden yükselen seslerde de bu rahatsızlığı hissetmek mümkündür…

Batı yaşlanmış ve yorulmuştur… Doğu uyanış halindedir. Bu sürecin engellenmesi konusunda önleyici müdahale görüşü ile askeri çözüm modellerinin yetersizliği Irak savaşında ortaya çıkmıştır… Bu çatışma modeli,giderek küresel bir çatışmaya ayrıca yol açabilecekmidir?.. Küresel finans dünya genelinde bir güç oluşturmuşsa da kendi yumuşak karnını da yaratmıştır. Piyasa ekonomisi istikrar üzerinde varlığını sürdürebileceğine göre, küresel bir çatışmanın sonuçlarının da o kadar kolay çözümleyici olmadığının hesapları mutlaka yapılıyor olmalıdır!!!.

Gerek Birinci Dünya Savaşı ve gerekse İkinci Dünya Savaşında ABD siyasi, ekonomik ve askeri yönden kıta Avrupa’sının ötesinde batı dünyası için bir stratejik derinlik olmuştur! Birinci Dünya savaşından sonra İngiltere sömürgeleri ile güçlü çıkmış ve Sterlin küresel rezerv para olarak finansal açıdan Pazar payını elinde tutmuştur,İkinci Dünya Savaşından da ABD ekonomik olarak güçlü çıkmış ve Avrupa’daki yıkıma karşı önemli finansal desteği de bu ülke sağlamıştır….

Konu özetlendiğinde,

Birinci Dünya Savaşından güçlü çıkan İngiltere sömürge kaynakları ile, finansal gücü elinde bulundururken sterlin de küresel düzeyde rezerv para özelliğini korumuştur.

İkinci Dünya Savaşı Avrupa için yıkım olmuş, İngiltere, ABD. yanında savaş sokmak için elindeki altın rezevleri ile, sömürgelerinden kaynakları ABD tahsis etmiştir. Bu süreçten en karlı Wall Street çıkmış ve savaş sonrası finansın merkezi olmuştur.

Savaş sonrası ABD .13 milyar dolara yakın bir mali destek ile Avrupa’nın yıkılan ekonomisi için gereken kredileri sağlamış ve teknik yardımda bulunmuştur.

1944 de Bretton Woods anlaşması ile ABD doları rezerv para olarak sterlinin yerini almıştır.

Başkan Nikson döneminde doların altın karşılığı olması kaldırılmıştır.

Halen her geçen gün büyüyen bu finansal gücün karşılığı artık yoktur. Küresel sıkıntıların ve endişelerin altında da bu husus bulunmaktadır.

Serbest ticaret yapısı içinde özelleştirilmelerin özendirilmesinin gerisinde karşılığı olmayan bu finansa bir şekilde karşılık oluşturulması da amaçlanmaktadır.

Finansal gücün dünya ekonomisindeki etkisi AB tarafından da görüldüğünden kendi para birimi ile serbest ticaret anlaşması içinde bulunduğu ülkelerle euro üzerinden ticaretini sürdürmeye çalışmakta, ikinci bir rezerv para konumunu oluşturmanın arayışındadır…

Konu Asya Pasifik bölgesinde de görüldüğünden ve dünya ticaretinin %68 bulunduğu bu bölgede de Çin ve Hindistan’ın başını çektiği yeni bir rezerv para sahasının temellerinin atılmaya çalışıldığı yorumlarda izlenmektedir…

Aynı şekilde, giderek ABD karşıtlığının arttığı Latin Amerika ülkelerinde de Chavez’in başını çektiği hareket içinde, Latin Amerika para birliği konusunda ön görülen hususlar gündeme gelmeye başlamıştır.

ABD’in, küresel düzeyde güç unsuruna dayalı şekillendirmeye çalıştığı işgal hareketleri, ulus devletler için tehdit unsuru olmaya başladığından, bu tedirginlik,ABD karşıtı politik ve finansal bir desteğin olmasının lüzumunu ortaya çıkartmış ve konuyu da tetiklemeye başlamıştır.

Dünyanın yeni bir küresel krize ve savaşa tahammülünün olmayacağı da açıktır. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’in finansal desteğinin bir küresel çatışmadan sonra bir kere daha kolay olamayacağı da açıktır. Halen, Çin, RF. Almanya, Hindistan gibi ülkelerin, bir taraftan döviz rezervlerini güçlendiriken diğer yönden de altın rezevlerini arttırdıklarına ilişkin görüşler dikkate çarpmaktadır.

Bu genel şemanın sonunda , ABD’in uyguladığı finans etkinliği modelini Asya Pasifik bölgesi ülkeleri de orta vadede uygularsa ne olacaktır?!!!

Aynı şaplon Latin Amerika ülkeleri tarafından da uygulanırsa ne olur?!!!

Küresel despotizmin santaj aracı haline getirilen finansal krizlere karşı Çin, RF, Hindistan ve diğer ülkelerin başını çekecekleri bir FİNANSAL KRİZ FONU oluşturulursa ne olur?!!!

Küresel despotizme karşı ulus devletlerin ortak politikalar oluşturması güçlenirse bunun siyasal sonuçları ne olur?!!!

Bu bağlamda, Birinci Dünya Savaşında etkinliğini kaybeden Milletler Cemiyeti, paralelinde, giderek içi boşaltılmış bir kurum haline getirilen ve sadece küresel despotizmin çıkarına uydurma meşruiyet sağlayan Birleşmiş Milletlerin yerine, yeni güvene dayalı bir ULUS DEVLETLER TOPLULUĞU yapılanması süreci başlatılırsa ne olur?!!!

Türkiye’ye karşı ABD sürekli Kürt kartını kullanması ve bu bağlamda PKK verdiği örtülü desteğin sürmesi durumunda , Türkiye ile ortaya çıkan güvensizlik büyüdüğü de dikkate alındığında , Türkiye’nin, bir tarihte Fransa’nın Nato’nun askeri kanadından çekilişi paralelinde bir oluşumu gündeme getirmesi söz konusu olursa ne olur?!!!

ABD. finans üzerinden şekillendirdiği tek kutuplu dünya düzeninin sürekliliğini piyasa ekonomisinin istikrarlı şekilde yürütülmesi ile bağlantılı olduğunu bilmektedir…Bu istikrar, saldırgan politikalarına karşı küresel düzeyde tepkilere maruz kaldığında, yukarıda belirtilen tüm faktörler de dikkate alındığında finans ve borsaların geleceği ne olur?!!!

Reel politika açısından, giderek artacağı muhakkak olan sorunlar karşısında ABD’in güç kullanımı yerine neo liberalizmin sömürgeciliği zorlayan modelinden vaz geçmesi gereklidir. Piyasa ekonomisi içinde hakimiyet anlayışını terk ederek işbirliği üzerinden kaybettiği siyasal güveni tekrar sağlaması neo conların politik hedeflerine rağmen çıkarınadır!

Ayrıca ABD. istese de istemese de, dünya genelinde ortaya çıkacak olan yeni rezerv para birimlerinin şekil vereceği dünya ekonomisi, tekrar çok kutuplu dünya modelini ve ulus devlet anlayışını güçlendirecektir… Zor oyunu bozmuştur!!! ABD mevcut politikalarında israr ettiği takdirde, orta ve uzun vadede içinden çıkamayacağı bir yanlızlığa da düşebilecektir!!! Asya Pasifik oluşumu, ekonomik yönden biraz daha güçlendiği takdirde, Afrika ve Latin Dünyasını da ABD karşıtlığı politikaları içinde paraleline çekebilecek imkanlara sahip olabilecek gibidir…

Böyle bir sürecin etkinlik kazanması durumunda ise, ABD ister istemez sınırsız serbest piyasa ekonomisinden kısmen vaz geçerek korumacı bir modele de tekrar dönebilecektir. Bu da ulus devlet siyasi yapılarındaki korumacı politikalar için ayrı bir örnek oluşturabilecektir

Kısaca, ABD yığınakta hata yapmıştır, bu nedenle de güvensizliğe neden olan politikalarını terk etmelidir…Finans üzerinden tek kutuplu dünya projesinin orta ve uzun vadede geleceği yoktur. İşsizliğin arttığı sanayi toplumlarında, reel ekonominin istihdama yönelik çözümlerinin oluşturulması zorunludur.

Hakimiyete dayalı politikalar tarihin hiçbir döneminde işgalci ülkeler için sürekli çözüm oluşturmamıştır. İşbirliği üzerinden güvene dayalı politikalara dönmediği takdir, ABD. gerek finans açısından farklı rezerv alanları ile ve gerekse, Ulus Devletlerin ortak dayanışması içinde yeni bir Birleşmiş Milletler yapısı ile eninde sonunda karşılaşabilecektir!…. ABD gücünü nasıl finans üzerine kurduysa, AB takiben Asya Pasifik para birimi ve Latin Amerika para birimleri de önümüzdeki yıllarda aynı yöntemle ortaya çıkabilecektir…Irak Savaşının ortaya çıkardığı gerçek, küresel finansın yumuşak karnı olduğu kadar, siyasi sonuçları yönünden de ulus devletlerinin aralarında dayanışmalarının bir zaruret ifade ettiğidir….Tekrar belirtmek gerekirse şifre çözülmüştür!!!

Bu bağlamda, konuya ilişkin analiz ve çalışmalarda yukarıda belirtilen hususların da dikkate alınması yararlı olabilecektir…Türkiye’nin güneyindeki gelişmeler kapsamında ön görülecek çözümler ve değerlendirmeler yapılırken , Suriye’ye dönük operasyonlarda konunun bu yönleri de göz önünde bulundurulmalıdır

ERGUN ÖZGEN

NOT: 2 Şubat 2008 tarihli analiz olup, Güncellenmiştir….

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

Derin İstihbarat

strateji, güvenlik, araştırma, istihbarat, komplo teorileri, mizah, teknoloji, mk ultra, nwo

İSTİHBARAT

Şifresiz Yayın!