Günlük arşivler: Kasım 14, 2012
How Police Interrogation Works
Police interrogators are highly trained in psychological tactics. See more pictures of police.
There are "Law & Order" addicts everywhere who think they could get a perp to confess. A little glaring, some getting in the guy’s face, a revelation that his fingerprints are all over the murder weapon and voilà! He’s recounting his crime. In real life, police interrogation requires more than confidence and creativity (although those qualities do help) — interrogators are highly trained in the psychological tactics of social influence.
Getting someone to confess to a crime is not a simple task, and the fact that detectives sometimes end up with confessions from the innocent testifies to their expertise in psychological manipulation. No two interrogations are alike, but most exploit certain weaknesses in human nature. These weaknesses typically rely on the stress that results when people experience contrasting extremes, like dominance and submission, control and dependence, and the maximization and minimization of consequences. Even the most hardened criminal can end up confessing if the interrogator can find the right combination of circumstances and techniques based on the suspect’s personality and experiences. In the United States, scholars estimate that somewhere between 42 percent and 55 percent of suspects confess to a crime during interrogation.
Up Next |
Police interrogations weren’t always so complex. Until the early 1900s in the United States, physical abuse was an acceptable (if not legal) method of getting a confession. Confessions obtained by "third degree" techniques — deprivation of food and water, bright lights, physical discomfort and long isolation, beating with rubber hoses and other instruments that don’t leave marks — were usually admissible in court as long as the suspect signed a waiver stating the confession was voluntary. Between the 1930s and 1960s, though, a crackdown on police tactics gradually changed the practice of interrogation.
While the Supreme Court had ruled as early as 1897 against involuntary confessions, it was in 1937 that things really started to change. In the case Brown v. Mississippi, the Supreme Court threw out a "voluntary" confession that was obtained after police officers repeatedly strung a suspect up in a tree and whipped him. The Court’s decision was clear: Confessions obtained by force cannot be used as evidence at trial. By the 1950s, confessions were considered involuntary not only if police beat the suspect, but also if they held a suspect for an unnecessarily extended period of time, deprived him of sleep, food, water or bathroom facilities, promised some benefit if the suspect confessed or threatened some harm if he didn’t.
When the case Miranda v. Arizona reached the Supreme Court in 1966, coercive police interrogation took another blow. Ernesto Miranda had confessed to rape and kidnapping after two hours of interrogation, and the appeal to the Supreme Court alleged that Miranda was not aware of his rights to remain silent (the Fifth Amendment) and to counsel (the Sixth Amendment). The Court ruled in favor of Miranda, and the decision instituted what we’ve come to know as the "Miranda Rights." To safeguard against a suspect falling into an involuntary confession because he thinks he has no choice but to speak, the police must expressly, clearly and completely advise any suspect of his rights to silence and counsel before beginning an interrogation or any other attempt to get a statement from a suspect. The Miranda decision attempts to eliminate suspect ignorance as a contributing factor to involuntary confessions.
In looking for a replacement for illegal forms of coercion, police turned to fairly basic psychological techniques like the time-honored "good cop bad cop" routine, in which one detective browbeats the suspect and the other pretends to be looking out for him. People tend to trust and talk to someone they perceive as their protector. Another basic technique is maximization, in which the police try to scare the suspect into talking by telling him all of the horrible things he’ll face if he’s convicted of the crime in a court of law. Fear tends to make people talk. For a while, police tried such things as polygraphs to determine if the suspect was being deceptive, but polygraphs and polygraph training are expensive, and the results are almost never admissible in court. But some polygraph analysts, including a man named John Reid, began noticing that subjects exhibited certain outward, consistent physical signs that coincided with the polygraph’s determination of untruthfulness. Reid went on to develop a non-machine-based system of interrogation based on specific types of questions and answers that uncover weaknesses the interrogator can use against a suspect to obtain a confession. Reid’s "Nine Steps" of psychological manipulation is one of the most popular interrogation systems in the United States today. In the next section, we’ll find out about this system.
PKK SEMPATİZANI WEB SİTESİ SEROKATİ’DEN AÇLIK GREVLERİYLE İLGİLİ İNCİLER
Zulüm Olağanlaştıkça Zalim Sıradanlaşır – Amed Dicle
14 Kasım 2012
17 yaşında H.D. Mardin Mazıdağlı.
17 aydır tutuklu ve şimdi Şakran Aliağa Gençlik ve Çocuk Kapalı Cezaevi’nde, bir hücrede tutuluyor. Yaklaşık iki ay sonra duruşması var ve hakkında 15 yıla varan hapis cezası isteniyor.
***
H.D, Mazıdağ’da çiftçilik yapan bir ailenin çocuğu. 13 kardeşten beşincisi. Babasının 3 kuzeni gerillaya katılmış, biri yaşıyor diğer ikisi ise değişik tarihlerde yaşamlarını yitirmişler.
Maddi sebeplerden dolayı ilkokuldan sonra okulu bırakıp ailesine çobanlık yapmaya başlayan H.D, mesai saatlerinin çoğunu kitap okumakla geçirdiği için bu işte pek de başaralı olamıyor. Küçük kardeşi okumaktan vazgeçince, tekrar okul yolunu tutuyor. Kızıltepe’de okuyor ve Makine Mühendisi olmak istiyor.
Hatırlarsınız, Haziran 2011 seçimlerinden sonra Hatip Dicle’nin vekilliğinin iptal edilmesi tüm Kürdistan kentlerinde olduğu gibi Kızıltepe’de de yoğun bir şekilde protesto edilmişti.
H.D’nin bu eyleme katılıp katılmadığını bilmiyoruz. Ancak eylemin olduğu yerden değil, kendisinin de anlatmaya çalıştığı gibi, ‘hazır bulunmadığı, katılmadığı bir gösteriden sorumlu tutularak’ bir grup arkadaşıyla, başka bir yerde, bu eyleme katılmaktan gözaltına alınıyor.
H.D’yi gözaltına alan polisler, kendisine karşı kullanabilecekleri hiçbir delil bulamayınca, diğer çocuklar aleyhine ifade vermeleri için bu çocuklara baskı uyguluyor ve iki çocuğa zorla polislerin hazırladığı ifadeler imzalattırılıyor.
Savcı, Terörle Mücadele Kanunu’nun 2. Maddesi’nde yer alan, “Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır ve örgüt mensupları gibi cezalandırırlar” maddesi üzerinden dava açmak istiyor.
Ancak bu maddeden dava açılması için çok ‘küçük’ bir sorun var. H.D henüz 16 yaşında. H.D henüz çocuk.
Tabi yapılmamış iş değil, H.D’nin yaşı büyütülüyor. Mahkeme kararıyla Adli Tıp’tan H.D’nin 18 yaşında olduğuna dair bir rapor hazırlanıyor ve dava süreci başlıyor. Aleyhine zorla ifade veren çocuklardan biri geri çekiyor ifadesini. Diğeri ise, “Gerillaya katılıyorum…” diyerek ayrılıyor evinden.
H.Dise, 5 ay önce Mardin Cezaevi’nden, Şakran Cezaevi’ne gönderildi. Annesi, babası ve kardeşleri, 5 aydır onunla görüşemiyorlar. Mardin ve İzmir çok uzak kentler ve ailenin bu kadar yolculuğu yapabilecek maddi imkanı yok.
Türkiye ve Kürdistan zindanlarında açlık grevleri eylemi başladığında, H.D babasını telefonla arayarak açlık grevine gireceğini açıklıyor. Babası, “Oğlum çok zeki, inançlı ve kararlı biri olduğu için ikna etmeye çalışmadım. Çünkü yaşam karşısında da mücadeleci ve ne yaptığını bilen biri” diyor.
H.D, açlık grevine 3 kişilik hücresinde başladı.
Yanında, 15 yaşındaki hücre arkadaşı Cizreli U.D da vardı. H.D, açlık grevine başlayınca o da katıldı. Cezaevi yönetimi grevde olan bir çok tutsak gibi onları da tek kişilik, ayrı hücrelere yerleştirdi. Telefon, mektup ve akla gelebilecek her türlü iletişim hakları gasp edildi.
Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Dernekleri Federasyonu yöneticileri, avukatlar ile iletişime geçip çocukların ikna edilmesi için yoğun çaba harcadılar. Avukatlar ile ortak çalışma yapıp çocukları ikna etmeye çalıştılar olmadı kurum olarak fax gönderdiler, ancak H.D ve U.D açlık grevini bırakmadı. Cezaevi yönetimi onları yemek yemeğe özendirmeye çalıştı, psikolog ile telkinde bulundu ancak ‘ikna’ olup eylemi bırakmadılar.
Ve eylemlerinin 21. gününde federasyonun talebi ile BDP Grup başkanvekili Pervin Buldan bizzat cezaevine gidip çocuklar ile görüşerek onları ikna etti ve eylemi bıraktılar.
Ancak Türk Başbakanı Erdoğan’ın konuşmalarından sonra açlık grevleri kitleselleşti ve H.D, U.D ve aynı yaşlarda 3 çocuk daha bir kaç gün önce yine açlık grevine başladılar.
***
Türk Devleti’nin, bu çocuklara yaptıkları reva mı? Neden bu eza?
Bu devlet, hangi gerekçe ile çektiriyor bu ızdırabı onlarca diğer Kürt çocuk gibi, H.D ve U.D’ye?
13 yaşındaki Ceylan’ı, 12 yaşındaki Uğur’u, 8 yaşındaki Enes’i, Roboskili 34 çocuğu öldüren devlet, H.D ve onun gibi binlerce çocuğa bu zulmü yapar. Yapar, çünkü kendi varlığını bu çocukların bir şekilde ‘yok edilmesine’ bağlamıştır.
Seyid Rıza’nın oğlunun yaşını büyüterek idam eden, H.D’nin yaşını büyüterek zindanlara atan Türk devleti, Kürt çocukların hayatları üzerinden Kürt ulusunu filizlerinden itibaren tutsak ede gelmiştir.
Ama asıl sorgulanması gereken konu; Türk Devleti’nin bu sistematik zulmü yapıyor olması değil, Dersim’den Kızıltepe’ye tüm Kürdistan’ı kapsayan bu zulmün, kanıksanmış olmasıdır.
Belki de, devletin baskıyı bu denli arttırarak devam ettirmesinin nedeni, yapılan zulmün artık normal ve sıradan gelmesindendir. Belki de, bu zulme karşılık en büyük alkış, suskunluğumuzdur.
Çünkü; zulüm olağanlaştıkça, zalim sıradanlaşır!
BM RAPORTÖRÜNE BİLGİ VEREN ÜÇ AFGANLI MAHKUMA İŞKENCE
İRAN ANALİZ / Birleşmiş Milletler İran Özel Raportörü Ahmet Şehid’e ülkede yaşanan insan hakları ihlalleri, haksız yere idam edilen masum Afganistanlı vatandaşların isimlerini verdikleri söylenen üç Afganlı mahkuma Tahran’ın batısında yer alan Gazel Hisar Cezaevinde işkence yapıldığı bildirildi. İran’daki gerçek durumu gözler önüne serip, rejimin sistematik baskıcı karakterini ifşa ederek bilgi veren üç Afganlı mahkuma işkencenin yanı sıra, idam edilme tehdidinde be bulunulduğu kaydedildi.
Hrana’nın aktardığına göre işkenceye uğrayıp idam tehdidi alan üç Afganlı mahkumun isimleri şunlar: Muhammed Nurzehi, Abdulvahap Ensari ve Masum Ali Zahi. Bunlar geçtiğimiz Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri Gazel Hisar Cezaevi İstihbarat Birimine nakledildi. Habere göre bu üç mahkum işkenceye maruz bırakıldı.
Kendilerine BM İran özel raportörüne idam edilen Afganlı mahkumların isim listesini nasıl gönderdiklerinin öğrenmek istendiği bildirildi. İtiraf etmezler ise bu sefer son derece yaygın olan, özellikle mülteci konumundaki Afganistanlılar için sorgusuz sualsiz gerçekleştirilen idam cezası verileceği tehditleri yapıldı.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.